Ardan Zentürk

Bu ayki Tecrübelerim köşesi konuğumuz Nokta Dergisi Genel Yayın Danışmanı Ardan Zentürk, Zentürk sorularımızı büyük bir içtenlikle yanıtladı.

-Sayın Zentürk bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

1955 yılında Üsküdar’da doğdum babam ve amcam olmak üzere ailemin 4 kuşağı doktordu doktor olmayan ilk erkek evlat benim. Siyasal bilimler dış politika bölümünü bitirdim. İlk etapta hariciyeci olmayı düşünüyordum. Ama sonra hem babamın erken ölümü hem de merak nedeniyle gazeteciliği seçtim. 1977 yılında Hürriyet gazetesinde yazı işlerinde tüm sayfalardan sorumlu bir kontrolör olarak başladım bu mesleğe çok ağır bir işti sonra ilerleyen yıllara Tercüman gazetesi dış haber editörlüğü, Güneş gazetesi dış haber editörlüğü, Sabah gazetesi dış haber editörlüğü ve Güneş gazetesi yazı işleri editörlüğü yaptım 1988 yılında Günaydın gazetesi yazı işleri müdürlüğü ve 1991’de de Günaydın Ankara temsilcisi oldum. Televizyona 1993 yılında HBB Televizyonunda Ankara haber müdürü olarak başladım ama 4-5 ay sonra Star televizyonuna Ankara haber müdürü oldum devamında da aynı kanalın genel yayın müdürlüğü daha sonra Kanal D’nin kuruluş çalışmalarında genel yayın müdürlüğü tekrar Star televizyonunun genel yayın müdürlüğü, Kanal 6’nın genel koordinatörlüğünü tekrar Star haber 24 ve Kanal 6’nın genel yayın müdürlüğünü yaptım böyle bir hareketli bir dönem geçti. Bu arada da Türkiye gazetesinin 2000 yılında genel koordinatörlüğünü yaptım yani hayatım yöneticilikle başladı yöneticilikle devam etti ama aynı zamanda muhabir olarak savaş bölgelerinde bulundum Dağlık Karabağ savaşı Afganistan, İran – Irak savaşı ve Bosna-Hersek savaşı 1993 yılında en kanlı dönemiydi hep bu savaş bölgelerinde bulundum. Sovyetler Birliği dağıldığı gece Bakü’deydim yani Sovyetler Birliğinde yattım sabah Azerbaycan mıntıkası ile uyandım ortada bir tane bile heykel kalmamıştı kendimi hep şanslı hissetmişimdir meslek hayatım insanlığın köklü değişimlere sahne olduğu döneme denk geldi aynı şekilde Berlin Duvarı yıkıldığında da Berlin’deydim 11 Eylül saldırılarından hemen önce ve hemen sonra Amerika’daydım gibi insanoğlunun ileride tarih kitaplarında okuyacağı birçok olaya şahit oldum ve bir nevi tarihe tanıklık yaptım şimdi de star’da yazı yazıyorum. Programlar yapıyorum ve Nokta dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapıyorum.

-Meslek hayatınıza başlarken örnek aldığınız isimler oldu mu?

Açık söylemek gerekirse Türkiye’de genç bir gazeteci olarak çok farklı ve birbirinden değerli ustalarla çalıştım. İlk genel müdürüm rahmetli Nezih Demirkent’ti zaten o Türk basının duayeni olarak yaşadı ve vefat etti. Onun yardımcılarından şimdi yıllardır Amerika’da olan Hakkı Öcal çok değerli bir gazetecilerden biriydi ondan çok şeyler öğrendim. Arkasından Güneri Civaoğlu ile uzun bir çalışmamız oldu Güneri Bey’in benim hayatımda çok önemli yeri vardır. Devamında Mehmet Barlas’la çalışmalarımız oldu o benim genel müdürümdü. Tek üzüntüm rahmetli Çetin Emeç’le bir çalışmamız olmamasıdır. Abdi İpekçi ile ise ne yazık ki, bir suikast sonucu vefat ettiği için biz daha henüz mesleğimizin çok başındaydık ondan faydalanamadım ama diğer isimlerden ve çok önemli olan Milliyet gazetesini milliyet yapan Turan Aytul rahmetliyle Güneri Bey sayesinde çalışma imkanım oldu bütün bu insanları yan yana koyduğunuz zaman karşınıza bir gazeteci profili çıkıyor ben o profil olmaya çalıştım Allah’a çok şükür bu meslekte bana bu imkanı tanıdı.

-Gazeteci olarak bizzat savaş bölgelerinde bulundunuz bu sizi korkuttu mu? Nasıl anlar yaşadınız biraz anlatabilir misiniz?

Savaş bölgelerinde bulunmak bir gazeteciyi korkutmaz tabii oraya giderken insan hep arkada bıraktıklarını düşünür tabii eşini çocuklarınızı, arkadaşlarınızı bir gün onlarla görüşemeyeceğinizi düşünerek yola çıkarsınız çünkü savaş bölgesi riskli bir ortamdır ne kadar uluslar arası anlaşmalarla korunuzsanız korunun bugün dünyanın bütün savaş bölgelerinde yüzlerce gazeteci hayatını kaybetmiştir. Bir düşman ateşiyle olmasa bile bir mayına basarakta ölebilirsiniz çünkü savaş bölgelerinde ki bir gazetecinin en büyük riski mayındır. Mayınlar sinsi silahlardır ve gazetecilerin çoğu da ne yazık ki mayınla hayatını kaybederler çünkü görüntülemeye veya gizlemeye çalıştığınız haberin heyecanı içinde bazen nereye bastığınızı veya nereye koştuğunuzu anlamaya bilirsiniz benimde çok gördüğüm bir olaydır. Bir savaşa tanıklık etmek bir gazeteci için önemlidir ve dünyanın en barışçı komutanları savaş görmüş komutanlardan çıktığı gibi dünyanın en barışçı insanları da savaş muhabirleridir. Savaş muhabirlerini dışarıdan bakıldığı zaman insanlar maceracı işte kendi adrenalin tutkularıyla hareket eden insanlar olarak görürler esasında savaş muhabirliği bir felsefe işidir. Eğer bu felsefeyle hareket ediyorsanız anlamı olan bir iştir. Önemli olan savaşın vahşetinin bir topluma veya insanlara neler kaybettiğini çok iyi anlatmaktır. Yaptığınız iş bu anlamda dünyanın diğer bölgelerindeki insanların daha barışçı veya daha uzlaşmacı bir ortamı arzu etmesine yararları dokunur yoksa bir savaş bölgesinde geçtiğiniz cesetlerle dolu görüntüler size bir şey kazandırmaz kazandırdığı şey barış madalyasıdır. ancak bunun ilk temeli 1865 Kırım savaşında atılmıştır ilk savaş muhabirleri insanlık ve gazetecilik açısından Kırım savaşında yaşanmıştır ve ondan sonra Amerikan iç savaşında çok gelişmiş bir kavramdır bütün bunların medyanın veya o günlerdeki basının barışı nasıl sağlayabiliriz telaşı vardır. Çünkü savaş muhabirleri veya bizim gibi insanlar ortaya çıkmadan önce 1865’ten önce insanlar savaşı kendilerinden çok uzakta birbirlerine kıyan varlıklar olarak görüyorlardı. Ama şimdi öyle değil o nedenle savaş bölgesinde tabii bir gazeteci bir insan olarak inanılmaz acılara tanıklık ediyorsunuz evlatlarını kaybetmiş anneler, bütün ailesini kaybetmiş 3 yaşındaki çocuklar veyahut elinizde 7 yaşında ki bir kız çocuğu, bu tarifsiz acılardır bir gazeteci için de. Ben bu talihsiz acıları çok sık yaşadım. Hiçbirini unutamam hiçbirinide hiçbirimiz unutamayız. Bu insanda kişisel anlamda çok yoğun bir olgunlaşma eğitimi anlamına geliyor. Bu tür acıları bu tür yıkımları, bu tür felaketleri gördükten sonra normal hayatınıza döndükten sonra insanların günlük çıkarlar doğrultusunda gerçekleştirdikleri aptalca mücadeleri gerçekten aptalca buluyorum. Ve bunlardan tamamen sıyrılıyorsunuz. Başka insanların küçük yaşamları içinde çok önemli gördükleri öyküleri bir anlamının olmadığını dünyanın çok farklı boyutlarda yaşamlara tanıklık ettiklerini görüyorsunuz ve bu sizi zamanla içinde yaşadığınız o küçük ortamla yabancılaştıranda bir unsur haline geliyor ama bundan rahatsız değilim günlük ikbal arayışlarıyla yapılan manevraların yogilerin çıkar mücadelelerin esasında hiçbir anlamı olmadığını bilerek yaşamaya başlıyorsunuz ve daha da önemlisi sinirlenemiyorsunuz. Savaş görmüş bir gazeteci normal hayata döndükten sonra sinirli bir insan olma ihtimaliliniz çok zayıflıyor daha barışçı oluyorsunuz daha yumuşak bir insan haline geliyorsunuz. Eşiniz çocuklarınız ve yakın çevreleriniz bundan oldukça memnunlardır. Çok mutlular tabii hatta bazı gelişmeler karşısında tahmin ettiklerinden daha yumuşak davrandığımda şaşırıyorlar ama benim bulunduğum yerde kavga, gürültü, kişisel gerginlik ses tonunun yükselmesi gibi şeyler beni çok rahatsız ediyor.

Ardan Bey pek çok ünlü devlet adamıyla röportajlarınız oldu bizlere yaşadıklarınızı, heyecanlarınızı anlatır mısınız?

Gorbaçov’la yaptığım söyleşi o zaman Kanal D Genel Yayın Yönetmeniydim Gorbaçov 2 kişiye bu ülkede televizyon anlamında röportaj verdi biri Ali Kırca biride benimdir. 1995 yılında bu 1995 yılında ki söyleyişinin ham bantları hala bende duruyor hakikaten Gorbaçov bir devri kapatıp, yeni bir devri açmış bir liderdi ve daha Sovyetler Birliği yıkılalı 4 yıl olmuştu bu röportajı gerçekleştirdiğimde bende bıraktığı izlenim hakikaten bazı insanların kendi ışıklarıyla doğduklarına inanırım. Gorbaçov o ışığı ile beni çok etkilemiştir. İnanın bana ona sorduğum soruları hatırlayabilmek için zaman zaman o bantı dinlemek zorunda kalıyorum demek ki o kadar yoğun ışığı vardı ki, benim gibi bin tane insanla röportaj yapmış insanı bile etkileyen bir karakteri var dünya liderleri arasında Bosna Hersek eski lideri Aliya İzzetbegoviç’le bir koruganın içinde röportaj yaptım etrafımıza füzeler düşüyordu o zamanlar 70 yaşlarındaydı ama üzerinde askeri bir üniforma vardı. Ulusal kurtuluş mücadelesinin ne olduğunu onda gördüm. Aynı duyguları 1991 yılında rahmetli Azerbaycan Halk Cephesi lideri Ebulfez Elçibey’de Dağlık Karabağ savaş bölgesinde Akdağ kentinde yine top mermilerin altında röportaj yapmıştım onda da bu milli mücadele ruhunu yani bizim Anadolulu Türkler açısından Kuva-i Milliye ruhunun nasıl bir ruh olduğunu onda da görmüştüm. O zaman Mustafa Kemal ve arkadaşlarının o yıllarda bizim dedelerimiz olarak işgalcilere karşı verdikleri mücadelenin anlamını daha iyi anladım ve oğullarıma bütün genç arkadaşlarıma anlatmışımdır. Yaser Arafat’la Kuveyt’te bir İslam zirvesi çerçevesinde gerçekleştirmeye çalıştığım ilk deneme röportajda tesadüf eseri Yaser Arafat, korumaları ve ben aynı asansörde kalmıştık. Arafat’ın o andaki sert bakışını hiç unutamıyorum Bu adamın bu asansörde ne işi var diye o asansörün kabininden nasıl atıldığımı hatırlayamıyorum. Bunlar insanlık açısından önemli insanlar. Türk liderlerden söyleşi yapmaktan büyük zevk aldığım insanların başında Süleyman Demirel gelmiştir Hakikaten hele son 20 yılında inanılmaz keyifli röportajlar yapma fırsatı bulmuştum. Aynı şekilde Rauf Denktaş oturduğunuz zaman bir liderle karşı karşıya olduğunuzu size hemen hissettirir. Ve ona karşı soruları sorarken ses tonunuzu, seçtiğiniz kelimeleri daha netleştirmeniz lazım. 1991 yılında Sayın Bülent Ecevit’le 2 gazeteci olarak kol kola girdik Kafkasya ve Orta Asya’yı 15 gün beraber dolaştık birlikte Günaydın gazetesine ortak imzalı bir yazı dizisi yaptık o benim meslek hayatım açısından çok keyifli bir iştir. Yani düşünün Sovyetler Birliği yıkılalı 3 ay olmuştu Aşkabat’ta kalabilecek bir otel bile bulamadık. Hatta Taşkent’e bizi götüren uçak Tanrı dağları üzerinde az daha düşüyordu bende herhalde tarihe çok değerli bir devlet adamını Tanrı dağlarında uçak kazasında yok etmiş bir gazeteci olarak geçecektim. Yani bunlar çok değerli anılar benim için.

-Her şey haber olan ülkemizde size göre haberin tanımı nedir? Bir olayın haber değeri taşıdığını nasıl belirliyorsunuz?

Haberin tanımı genel anlamda bugünün dünyasında artık çok zor. Çünkü bugünün dünyasında sosyal entegrasyon, ekonomik entegrasyon, siyasi entegrasyon hatta askeri entegrasyon genel bir entegrasyon süreci yaşıyoruz. İnsanlar özellikle teknoloji devrimiyle beraber ilgi alanlarını daha bir fiks eder hale geldiler. Yani eskiden bir köy kahvesine gittiğiniz bir sohbet ettiğiniz zaman siyasetten, tarıma kadar uzanan pek çok konuda görüş sahibi insanlar bulurdunuz ama bugün öyle değil, bugün 30 yaş grubu olarak adlandırdığımız grup tam anlamıyla teknoloji devriminin ürünü bir kuşak ve devrimimin alt yapısı da insanların ilgi alanlarında uzlaşmasını hedefliyor o zaman bir yayıncının artık eski klişeleri hemen hemen bir kenara bırakıp, yaşamın her alanında akan bilgi, haber veya açıklamalara önem vermesi gerekiyor. Bundan 20 yıl önce siyasi habercilik, ekonomi editörlüğü veya dış haberler ve dünya da yaşanan olaylar önemli bugünde önemli ama bu önemlerin yanına yeni önemlerde geliyor mesela insanlar reyting olaylarına önem veriyorlar onlarla ilgili fakat frankeştayn gıdalara karşı yapılan mücadele en az bir hükümetin kurulması kadar önemli birçok insan için. Çevre koruması, erozyonla mücadele veyahut sanat, kültür anlamında yaşanılan yeni arayışlar bütün bunlar en az sanayi devrimi döneminin diğer konuları kadar önemli insanlar açısından o yüzden habere bakış açımız çok geniş bir ufka yayılmak zorunda bu doğru bizim için güzel de bir şey yaşamın her alanında bilgi aktarmak bir gazeteci için yaşamın her alanından kaynaklanan ve başka insanları ilgilen her gelişme haberdir. Yani biz gazeteciler insanlar arasında iletişim varlıkları kuran bir varlıklarız. O nedenle bizim bir şeyi geri çevirme veya bir gelişmeyi görmeme lüksümüz yok çünkü biz böyle bir şey dediğimiz zaman o gelişmeyle ilgilenecek binlerce belki de milyonlarca insanı kulak arkası etmiş oluruz ama bu demek değil ki her olayın üzerine atlıyoruz. Ama sizin için önemsiz olan bir haber bazen milyonlarca insanın yaşamını değiştirebiliyor. Örneğin Ereğli-Demir Çelik fabrikasının özelleştirilmesi sizi ilgilendirmeye bilir ama o koskoca bir şehri ve koskoca bir sektörü ve hatta ve hatta bütün bir dünyayı ilgilendiren bir şeydir belki siz önemsemeye bilirsiniz ve bu kadar büyütülecek ne vardı dersiniz ama gazetecilik o bağlantıları kurma sanatı olduğu için biz onları insanların gözünün önüne getirmek zorundayız.

-Ardan Bey meslek hayatınız boyunca yazdıktan veya yayınladıktan sonra pişman olduğunuz bir haber oldu mu?

Yazdığım köşe yazılarında hiçbir pişmanlığım yok 20 yıl önce ne yazdımsa bugün o yazıların arkasındayım. Çünkü belli bir bel kemiğiniz varsa ve yaşama bakış açınız varsa ve bu bakış açısında radikal sapmalar olmadan yaşayabiliyorsanız bundan pişmanlık duymazsınız. Haberler konusunda da öyle. Benim habercilik anlayışım, bireyleri hedef alan bir anlayış olmadığı için yani tek tek bireyleri ekrana veya gazete sayfasına getirip, onları parçalamaya dönük bir yaklaşım olmadığı için, bireysel anlamda gazeteciliğim boyunca kimseyle şahsi sorunum olmadı. Ama tabii ki 2 tane hükümet devirdim. Bu iki hükümetin devrilmesinde benim yayınladığım dosyalar oldu 1995 yılında Tansu Çiller’in, 1998’te Korkmaz Yiğit’in kasedini yayınlayan Genel Yayın Müdürü olarak Mesut Yılmaz’ın hükümetini ben devirdim bunu kabul ediyorum pişman mıyım? hayır değilim. Zaten millette bunu gösterdi. O nedenle bir tek benim geçtiğim haberin o dönemde çalıştığım bir gazetede yanlış değerlendirilmesi sonucunda 1988 yılında Turgut Özal Texas’ta dönemin başbakanı olarak ilk by-pass ameliyatını izlerken 43 gün süren küçük bir maratondu benim geçtiğim bir bilgi notunu o dönemde çalıştığım gazete yazı işleri tarafından yanlış değerlendirilmesi tarafından kendimi her zaman Sayın Erdoğan Demirören’e karşı borçlu hissetmişimdir. Hiç hak etmediği bir manşete neden olmuştur. Ama bunda benim payım sadece bir bilgi notu geçmekti. Fakat hiçbir zamanda düşünmedim ki, o sırada gerçekten hastalanarak Sayın Özal’la aynı hastaneye yatmış olan Erdoğan Bey’in sanki bir iş ilişkisi kurmak için oraya yatmış gibi gösterileceğini inanın bana hiç düşünmemiştim. Ben sadece bilgi notu geçiyordum bir sürü isim vardı orda ama piyango bana vurdu benim imzam ile çıktı o haber. 27 yıllık meslek hayatımda beni istifaya götüren bugün bile unutamadığım bir haberdir. Sonradan kendisine ben olayı detaylı olarak anlattım oda kabul etti suçumun olmadığını biliyor kendisiyle sonra çok iyi dost olduk ama o benim imzam üzerindeki o başlığı hiçbir zaman unutmuyorum bu pişmanlık değil, hassasiyettir.

-Her gün yazı yazmakta zorlandığınız zamanlar oluyor mu?

Ben 2 günde bir yazıyorum 1996’tan beri bunu prensip edindim. Her gün yazı yazılabileceğini, sağlıklı yazı yazılabileceğine inanmıyorum. Eleştirmiyorum çok usta yazarlar var yapıyorlar ama ben kendimi böyle bir şeye hazırlıklı hissetmiyorum hiç değilse bir gün ara olayları daha soğukkanlı veya yazılması gereken yazıları, konuları tespit imkanı sağlar bu çerçevede baktığınızda ben iki günde bir yazıyorum. Eğer uzmanlık alanının belirlediyseniz ki benim ağırlıklı olarak dış politikadır. Bu konuda çok büyük bir materyal eksikliği olabileceğini sanmıyorum.

-Hem televizyon kuruluşunda hem de yayın kuruluşlarında haber hazırladınız hangisini daha zor ve riskli buluyorsunuz?

Televizyonda haber hazırlamak risklidir gazetede meseleyi düzeltme imkanınız vardır. Taşra baskıları döner gazetenin bakarsınız olmadığı zaman şehir baskılarında bunu değiştirme imkanınız vardır. Veyahut ya bu başlık buna uygun kaçmamış bunu olduğu gibi dağıtalım yerine yenisi koyalım da diyebilirsiniz ama televizyon yayıncılığında böyle bir şansınız yok 35- 40 dakika içinde haber canlı yayında oluyor ve orda ne oluyorsa oluyor ve faturası size çıkıyor ve tabii birde görüntülü bir haber işi yaptığınız için zamana karşı yarışınız çok yüksek gidecek kamerayla çekecek, gelecek aksiyonlu bir şekilde onu hazırlayacak montajı yapılacak yani çok stresli ve ağır bir iş ve riskli bir iş o anda bir telefon veya canlı yayın konuğunuzun söyleyeceği bir söz memlekette ayaklanmada yaratabilir. Yani öyle bir risk taşıyorsunuz ki bütün evlere bedava ulaşan bir yayın organı içinden haber veriyorsunuz ikincisi görüntülü ve sesli olarak canlı olarak veriyorsunuz kontrol imkanınız çok zayıf o çerçevede televizyon haberciliği yazılı basından daha zor.

-Ardan Bey Engelli insanlarla ilgili haberleriniz oldu mu? Ve sizce Türkiye’de Basın, Engellilerle ilgili haberlere gereken önemi veriyor mu?

Engelli insanlarla ilgili branşım olmadığı için şahsi haberlerim olmadı. Ama genel yayın müdürü olarak yazı ekibime engellilerle ilgili haberlere geniş yer verdirdim verdiriyorum da basında yer almaları konusuna gelince, hiç yeterli değil, futbolu histerik olaya dönmesini sağlayan basın, 8 milyon engelli olan ülkemizde haber yazma konusunda soğuk davranıyor. 1’er oy peşinde olan siyasiler bile parti programlarına adam gibi bir mesaj koymuyorlar. Bunlar için özel çaba gerektiğine inanıyorum.

-Son olarak bize söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Çok teşekkür ediyorum.

Röportaj Ceyda Yıldırım

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...