Emre Kınay

Bu ayki konuğumuz Yılan Hikayesi adlı dizi ile şöhreti yakalayan Ünlü Tiyatro sanatçısı Emre Kınay, Kınaya sorularımızı sizin için yönelttik. Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? 1970 İstanbul doğumluyum. İlk orta ve liseyi Küçük Çekmece’de bitirdim. Daha sonra konservatuara girdim. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Oyunculuk Ana Sanat Dalı mezunuyum. Şu an master’ımı yapmaktayım. profesyonel çalışma hayatıma Bakırköy Devlet Tiyatrolarında başladım ve orada devam ettim. Simyacı’yı oynamak için Dostlar Tiyatrosuna konuk oldum. Bu sene, Duru Tiyatroyu kurduk. Duru Tiyatro Kara Sohbetle ikinci serüvenine başladı. Bunun yanında televizyon dizilerilerim ve birkaç tane sinema filmim oldu kısaca özgeçmişim böyle. Baba olmak sizin hayatınızı hangi anlamda ve nasıl değiştirdi? Uykusal anlamda çok değiştirdi çünkü uyuyamıyoruz. Bu işin şakası tabi. Onun dışında çok keyifli bir şeymiş. Herkes anlatırdı baba olunca anlarsın diye gerçekten öyleymiş. Valla aslında çok şey değişti ama hiçbir şey değişmedi de. Biz zaten evde yaşayan insanlardık şimdi daha çok eve bağlıyız programlarımızı ona göre yapar hale geldik. Aslında eşinizin de ünlü olmasına rağmen magazinde fazla yer almıyorsunuz sanırım bu da sizin hoşunuza gidiyor. Evet ben bu durumdan çok memnunum. Gerçi tiyatroyu duyurmakta bayağı zorlanıyoruz. Mazbut bir yaşam sürüyoruz, işimizi yapmak derdimiz. Çok bir şey değiştirmedi açıkçası yani Duru sadece ilgiyi böldü biraz. İşte annesine olan ilgi kıza, Emine’nin bana ilgisi kızına bölündü. Biz çifttik aile olduk. İleride kızınızı da tiyatro sahnesinde ya da ekranlarda görmek ister misiniz? Türkiye’de hayır. Burda yapmasını istemiyorum çünkü burda hiçbir önemi yok yaptığınız tiyatronun. Siz binbir tane mesai ayırıp meşakkatle oyunlar hazırlıyorsunuz, insanlar televizyonlarını kapatıp, evlerinden çıkıp tiyatroya gelmeye üşeniyorlar. Sokakta on tane adama sorsanız dokuz tanesi ömründe ya bir yada iki kere tiyatroya gitmiştir. Son derece eğitimsiz ve kültürsüz bireylerden oluşan bir toplum haline geldik. O yüzden bana sorsanız bugünkü aklımla ben bu mesleği seçmezdim, çok net söylüyorum. Zamanında gidip Avrupa’da yapmak isterdim. Aslında sahne sanatlarında, tiyatroda Anadolu çok verimlidir ama maalesef insanımızın büyük bir sahipsizliği ve reddedişi var tiyatroyu.Televizyonun çok büyük etkisi var tabi. O yüzden kızımın tiyatroyu bu ülkede yapmasını istemezdim. Yapacaksa Avrupa’ya gidip Avrupa’da sanatı gündelik hayatına geçirmiş bir toplumda yapmasını isterdim. Çoğu sanatçı çocukluğundan beri bir hayalle tiyatroyu seçtiğini söylüyor. Siz de bir hayalle mi seçtiniz bu işi? Yok. Benim annemle babamın tanışmaları tiyatro kulisinde olmuş. Biz o yüzden tiyatro ile büyüdük. Çok sık gidemesek bile mümkün olduğunca takip etmeye çalıştık. Böyle bir ailevi tiyatro kültürümüz vardı. İnsanlar kendini ifade etmek için çeşitli yollar seçerler kimisi asker olur, avukat olur ben kendimi buradan ifade etmek istedim. Hayata ve insanlara dair anlatmak istediğim hikayeler var. Tiyatro yapabilmenizin tek şartı yaptığınız oyunu oynadığınız sürece salona insan gelmesidir. Diğer sanatlarla arasındaki en büyük fark budur.Tiyatro sinemanın yakaladığı bu başarıyı yakalayamadı. Türkiye son 10-20 yıldır askeri darbenin sonrasına baktığınızda yasaklamalara vesaireler sebebi ile bu hale geldi. İnsanları sanatın özgürleştirici halinden uzaklaştırdılar. İnsanların özgürleşmesini istemediler çünkü ben sahnede bir şey söylerken, sizin oturduğunuz yerde bir ya da iki şansınız vardır ya kalkıp gidersiniz, ya da alkışlamazsınız ama asla konuşamazsınız orda ben konuşurum bu aklı başında bir siyaset için tehlikeli bir şeydir. Hiç kimsenin müdahele edemediği bir yerdir. Böylelikle tiyatronun yaşam alanı olan seyirciyi kutulara bağlayarak, televizyona mahkum ederek sağladılar bunu. Entegrasyon meselesi var birde Avrupa ile Rönesansı yaşamış, gündelik hayatına bunu yaşam biçimi olarak geçirmiş bir topluma ki orada da televizyon var, orada da sinema var, orada da son derece hit ve popüler bir sürü şey var, gündelik hayata geçirmiş bir durumdaki topluma nasıl entegre olacaklar bilemiyorum. Onbeş milyon nüfuslu bir şehirde yaşıyoruz iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda tiyatro-opera-bale-klasik müzik gösterime açılıyor, toplam seyirci sayısı full olduğunda 5000 koltuk ki, onlar dolmuyor. En kötü Avrupa şehrinde ortalama 1,5 milyon nüfuslu bir şehirde 60.000 koltuk gecede gösterime açılıyor ve yüzde doksanı dolu. Bu kriterler önemli yarın öbür gün bunlar önümüze çok ciddi sorunlar olarak çıkacak çünkü o zaman şimdi elinizi sıkıp sırtınızı sıvazlayanlar biz sizinle aynı cafede oturamayız çünkü ayrı şeylerden bahsediyoruz sizin insanınız evde sadece televizyona bakıyor hayatla ilgili bir yorumu yok eşi kocası kim yönlendirirse o tarafta bir eğilime sahipler diyecekler. Size bir anektod anlatayım. Ben evimin parkelerini yaptırırken parkeci çalışıyor bende bakıyorum. Ne iş yapıyorsun abi dedi ben de tiyatrocuyum dedim. O da ben hayatımda hiç gitmedim haz etmem de ne işe yarar gereksiz falan dedi. İki gün sonra bir baktım yaptığı parkelerin çizgileri yamuk, çarpık hemen gittim Dedim ki parkelerimi yapan ustaya; İki tane resim tablosuna baksaydın ya da üç tane tiyatro oyunu seyretseydin, beş tane müze gezseydin bu yamuk yumuk parkeler seni rahatsız ederdi. Eğer sanatı takip ederseniz estetik bir duygu oluşur. Estetik duygusu olan biri bir apartmanı bu gördüğümüz şekilde mi yapar? 1960larda 50lerde yapılan Şişlide ki apartmanlara bir bakın bir de son dönem yapılanlara bir bakın. Onbeş milyonluk bir şehirde trilyonlar harcanarak parklar yapıyorlar. O parkların içinde çocuklar çamurdan heykelcikler yapıp, klasik müzik dinleyebildiği, sokak tiyatrosu görebildiği zaman bu yatırımların anlamı var demektir. Tiyatro deyince insanların aklına birkaç şey geliyor pahalı o yüzden gitmiyoruz bu bahanesi, anlamıyoruz bu da anlamaya çalışmadığınız için onun dışında bir sebebi yok Biz skolastik dönem Avrupası gibiyiz şu anda ama o Avrupa’da hiçbir şey yoktu, biz skolastiki son derece elektronik bir ortamda yaşıyoruz. Evlerde renkli televizyonu olmayan hemen hemen yok. On milyonluk tiyatro biletine pahalı demek çok inandırıcı değil. Peki siz televizyon dizileri çekimleri dışında vakit bulup başka tiyatrolara gidebiliyor musunuz? Vakit yaratıyorum. Bu benim insanlığımı sağlayan bir şey. Birey olarak ülkede fikir üretmek anlamında mecbur olduğum şeyler var. Ben günlük gazete okumak zorundayım, ben ekonomi siyaset takip etmek zorundayım, ben ülkenin doğusu ile batısı arasındaki uçurumun farkında olmak durumundayım. Ben böyleyken kendime sanatçı demezken bu toplum tutup da reality showdan fırlamışları sanatçı olarak alıp da bağrına basarsa o zaman ben alınganlık yapmakta son derece özgürüm. Bunun böyle gitmeyeceğini çok yakın komşularımızdan biliyoruz İran, Irak da olduğu gibi. Bunlar bizim kültürel birliklerimizin biryere kadar örtüştüğü ama kurucunun sağlam temeller atması nedeniyle öyle olmadığı bir ülkeyiz biz. Halen Devlet Tiyatrosu M.Kemal’in kurduğu tiyatro. Times’ın Le Monde’un kapak yaptığı bir liderden bahsediyoruz. Sanatın ve eğitimin kültürün bir toplumun yegane yapı taşlarından biri olduğunun durmadan altını çizen, tiyatroya geç kaldığında beni beklemeyecek siz başlayacaksınız! diyen bir liderden bahsediyoruz. Bugünse tiyatrolarda Vali geleceği zaman en ön koltuğun önüne sehpa konuluyor. Eğitimsiz, kültürsüz ve durmadan birbirlerine dalgayı genel toplum karakteri haline getirmiş bir ülkeyiz biz. Cekette marka yazdığı zaman aynı mala yüz lira fazla para veren bir milletiz. Bu toplumsal bir karakter haline gelmiş. Hani bende sürekli eleştiriyor gibiyim ama yapacak bir şey yok çok başka şeyler yapabilecek bir toplumun insanlarının kafalarını bu kadar kısır ve üçkağıda çalıştırıyor olmaları bu ülkenin bir vatandaşı olarak üzüyor beni. Emre Bey tiyatro, sinema derken şimdi de üç farklı karakteri canlandırdığınız bir televizyon dizisinde oynuyorsunuz. Karşılaştırma yaptığınızda hangisinden daha çok keyif alıyor ve kendinizi hangi alanda daha başarılı buluyorsunuz? Televizyon sadece bizim ekonomik standardımızı yükselten ve belki de bizi böyle delicesine tiyatro yapmaya yönlendiren finans sağladığımız bir alan. Televizyonda sanat yapmak sözkonusu değil. Öyle bir şey mümkün değil de zaten çünkü bir haftada senaryo yazılıyor 60 sayfa. Ertesi hafta o 60 sayfa senaryo filme çekiliyor, ondan sonra dublajı montajı biz olağanüstü bir iş yapıyoruz televizyonda ama onun adı iş, sanatla uzaktan yakından alakası yok, orası estetik bir ticari iş. Sinema ve tiyatro ise bambaşka .Ben sabahleyin faksını aldığım bir senaryoyu televizyonda öğleden sonra oynuyorum burda ise bir sayfayı filme çekmek yada sahne üzerinden söylemek için 45 gün prova yapıyorum. Bu bir fast food ile osmanlı mutfağı arasındaki fark gibidir. Tiyatro ile Televizyon dizileri arasındaki bağlantı çok ilginç değil mi? Televizyon dizileri para kaynağı oluyor ve siz tiyatro yapabiliyorsunuz ama aynı diziler dediğiniz gibi insanları evden çıkartmıyor ve tiyatro boş salonlara oynuyor İdeali hepsinin ayrı ayrı değerlendirilmesi. Hayat çok pahalı benim bu mesleğin en azından benzer alanlarında faaliyet gösterebilmem rahat rahat tiyatro yapabilmem için belirli ekonomik kaygılarım var o ekonomik kaygıları sağlayabildiğim yer anlamında kullanıyorum ben de televizyonu. Televizyon izliyor adam sadece televizyon izliyor. 1960’da Tiyatroya giden kişi 300.000 o zamanlar İstanbul’da nüfus 1.5 milyon civarında 2005’te ise nüfus 15 milyon ama tiyatroya giden kişi 300.000 bile değil.Televizyonu estetik anlamda değerlendirmek zor sinema ve tiyatro ise bambaşka bir şey yani ilgisi yok. Meslek hayatınızın dönüm noktası olduğuna inandığınız proje hangisi? Dostlar Tiyatrosunda oynadığım Simyacı Hayalinizde bunu mutlaka oynamak istiyorum dediğiniz bir karakter var mı? Hamlet’i oynamak isterim, biraz daha yaşlanınca Kral Lear oynamak istiyorum.Tiyatroya dair ciddi klasikler oynamak istiyorum. Oyunculuğa başlarken örnek aldığınız isimler oldu mu? Genco Erkal mesleğine bakışıyla, ciddiyetiyle, saygısıyla ve yıllardan beri inatla bu işi yapması ile önümdeki yegane örnektir. Hiç engelli bir karakteri canlandırdınız mı? Canlandırdım çok uzun zaman önce Zor muydu? Zor tabii. Şu anda bir film projem var OFD ile çalıştığım dönemden yapmak istediğim bir tekerlekli sandalye öyküsü var. Orada engelli bir vatandaşı oynamak istiyorum. Hayatınızda engelli bir yakınınız oldu mu? Yakınım olmadı, yakınlarım oldu. Omurilik Felçlileri Dernegi ile çok şey paylaştık, evlerine de girdim çıktım. Hayattan ümidimi kestiğim anlarda onlar benim hayata bağlanma sebebim olmuştu, çünkü o hallerinde bile kendileri ile dalga geçebilme durumları sözkonusu bu önemli bir şeydi benim için. Ülkemizde engelli bireylerimizin eğitim spor faaliyetlerinden yararlanabildiğine inanıyor musunuz? Engelliler basketbol takımını biliyorum. Bu toplumun görevi nasıl çocukları eğitmekse, aynı zamanda engellilerinin hayatlarını kolaylaştırmak ve hayatın onlar için de zevk alınacak bir şey olduğunu kanıtlamakta görevidir. Bunun acındırma konusu olmasına da itirazım var yani bu acınacak bir şey değil. Ne sebeple olursa olsun özür ancak insan düşünemediği zaman özürlü olur. Bedensel bir engelse bir sakıncası yoktur benim için. Ama hani dostlar alışverişte görsün diye iki tane ilçenin kaldırımlarına tekerlekli sandalye yolu yapması. Bunlar münferit hadiseler toplum bilinci yok çünkü, bizim toplumumuz insana yatırım yapan bir toplum değil, insanın değerinin olmadığı bir toplum. Şunlara da şahit oluyoruz engelliler bir şeyi protesto ettiklerinde coplara maruz kaldılar önceki yıllarda, şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Biz dernekçiliği de başka şekilde anlıyoruz o da başka bir mesele. Dernekler menfaat sağlama alanları gibi görülüyor bir sürü insan tarafından. En son bize söylemek istediğiniz,okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir şey var mı? Sizlere çok teşekkür ediyorum. İleride yardımcı olmak amacıyla içinde bizzat bulunacağım bir projede seve seve vazife almak isterim. Herkese sağlıklı günler dilerim. Emre Kınay’a Teşekkür ediyoruz. Röportaj : Ceyda Yıldırım, Özge Benel

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...