Yükleniyor...
TÜRKÇE ENGLISH DEUTSCH


GÜVEN KIRAÇ





 İçinizdeki tiyatro ve sinema aşkı ne zaman nasıl başladı?
 Lise yıllarında diyebilirim tam olarak. Lisede okurken, Zincirlikuyu İnşaat Teknik ve Yapı Meslek Lisesi’nde okuyordum. Orada bir tiyatro kurmuştuk, tiyatro kolundaydım bir arkadaşımın ısrarıyla. Sen yeteneklisin, ağzın laf yapıyor, gel bir tiyatro kolu var oyun çalışılacak, sene sonunda da oynanacak diye beni götürdü. O aralar seçmeler yapıyorlardı rollere, ben de girdim. Beğendiler, aldılar. Sonuçta 1 yıl boyunca lise 1. sınıfta tiyatro provaları yaptık. Sene sonunda da çıktık oyunu oynadık. Oyundan sonra da oyun bitince alkış kıyamet.. Dedim bu güzel bir şey, ben bunu bırakmam. Başlayış o başlayış, yani lisede amatör olarak başladım, sonra arkası geldi.

Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nden mezun olduğunuzda ne gibi hayalleriniz vardı? 
Benim mezun olduğum yıllar itibariyle 88’de girdim konservatuara, 91-92’de mezun oldum. O yıllarda aslında çok fazla televizyon işleri revaçta ve yaygın değildi. Yeni yeni, tek tük başlamıştı televizyon olayları, özel televizyon olayları değil, yani tek kanallı dönemdeydi Türkiye. Dolayısıyla bizim hayallerimiz de ancak bir tiyatrocu olmak üzere ağırlıklıydı ve yapılabilecek en iyi şey de daima gelenek olarak da konservatuara bağlı devlet tiyatrolarına girip, devlet tiyatrosu sanatçısı olmaktı. O sırada ufkumuz o kadardı ama ben şimdi hep tiyatronun bana yetmeyeceğine dair, tiyatro dışında da bir şeyler yapmak istediğime dair şeyler hissediyordum. Konservatuardan mezun olduğum yıllarda hayal ettiğim şeylerin başındaydı aslında tiyatrocu olmak. Zaten tiyatro yapmak vardı, onun dışında uluslararası bir oyuncu olmak vardı hayallerimin arasında. Yurtdışında da işler yapabilen, yabancı insanlarla da, yabancı ülkelerde de, yabancı dillerde de oyunlar oynayabilen, oyunculuk yapabilen birisi olma hayalim vardı, sonra da işte yıllar içerisinde, bugünlerde dönüp geriye baktığımda çok şükür ki bunların bir kısmını gerçekleştirebilmiş olduğumu görüyorum mutlulukla. Uluslararası çalıştım, Amerikalılarla çalıştım. Bu olmuş gerçekleşmiş diye görüyorum ama bu bir zaman aldı tabii, yani 20 yıl falan aldı. 
 İki yıl süren bir Devlet Tiyatrosu sanatçılığınız var. Sonra istifa ettiğinizi biliyoruz, 1986 yılından bu yana da birçok televizyon dizisi, reklam filmi, sinema filminde rol aldınız. İçinizdeki tiyatro aşkı mı öldü, tiyatro mu bu saydığımız sektörlerin gerisinde kaldı? 
Böyle bir sıralama yapmadım, kendi içinde kategorize etmedim. Yani tiyatro önde, aşağıda, değer kaybetti, kan kaybetti gibi, sinema geçer akçe gibi şeylerim yok. Dediğim gibi konservatuardan mezun olduğum yıllarda da yalnızca tiyatro yapmanın bana yetmeyeceğine dair bir duygu vardı içimde. Ama bu tiyatroyu daha az seviyorum, tiyatroyu daha az önemsiyorum anlamına gelmiyor, zaten hayatımda da her zaman tiyatronun olması için ekstra bir efor sarf etmişimdir mutlak surette. Tiyatro yapmak için de biraz daha fazla yorulsam da tiyatro yapıyorum diye daima mutlu olmuşumdur.

Günümüzde Türk tiyatrosunu ve Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz? 
Eskiden tabi, yani benim dönemimde, benim dönemimden daha önceki dönemlerde tiyatro daha altın çağlarını yaşıyordu. Çünkü iletişim ağı bu kadar yaygın değildi, teknoloji bu kadar gelişmiş değildi. Dolayısıyla daha manuel bir hayat vardı. Şimdi daha elektronik bir hayat var. Onun için o yıllarda tabi ki önemli eğlencelerden bir tanesi de gerçekten sosyalleşmek için tiyatroya gitmekti. Şu anda teknolojinin dediğim gibi bu hızlı gelişiminden, herkesin daha büyük yalnızlıklar içine gömülmesi, bilgisayarın her eve girmiş olması durumu dolayısıyla tiyatro kan kaybetti diyebilirim. Bir de tabi ki bizde ne yazık ki çok parlak olduğunu söyleyemeyeceğim devlet politikalarıyla, kültür politikalarıyla, daha doğrusu olmayan kültür politikalarıyla, tiyatro iyice gözden düşme hissini inanlarda uyandırmaya başladı yavaş yavaş. Ama tiyatro hiçbir zaman ölmez, bunu da herkes bence bilmeli. Tiyatro binlerce yıllık bir sanat, binlerce yıl da devam edecek. Yani mutlaka bir yol bulacak. Zaman zaman böyle küçük krizlere giriyor belki ama yaşamaya hep devam edecek.

Son 5-6 yıldır televizyonlarımızın vazgeçilmezi olan yerli diziler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Biraz sosyo-ekonomik buluyorum bu meselelerin çoğunu yani insanların alım güçlerinde. Sinemaya da çok para ayıramıyorlar, tiyatroya da. Ciddi anlamda, tırnak içinde, bir geçim sıkıntısı meselesi söz konusu. Televizyonda pijama, terlik.. Bedava tabi dolayısıyla oradan yükselen bir değer var ama televizyondan da sıkılanılacak bence. O da gelecek yani onun da suyu kaynıyor. Televizyonun da suyunun kaynadığı meseleler artık dünyada gündem oluşturmuş durumda. Herkes kendi televizyonunu yapacak, iş oraya gidiyor. Elektrik faturası gibi, su faturası gibi, televizyon faturan gelecek ama sen istediğin şeyleri seyredeceksin. Kendi istediğin olacak, öyle sistemler kuruluyor yavaş yavaş dünyada. Türkiye de bundan nasibini alacaktır diye düşünüyorum.

Canlandırdığınız karakterlerle aldığınız ödüller var. Bunlar içerisinde size 1999 yılında 19.İstanbul Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü getiren ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ adlı filmin oyunculuk yaşamınızda ayrı bir yeri olsa gerek değil mi? Başka hatırladığınız hangi ödülleriniz var?
O ödülün yeri şöyle; İstanbul Film Festivali köklü bir film festivali ve A sınıfı bir film festivali. Önemli sayılıyor dünyada da benzerleri arasında. İstanbul Film Festivali’nin oyuncu kategorisi yoktu. Ben ödül alırken, ilk defa oyuncuya da ödül vermek üzerine bir karar çıkardılar ve onun ilk ödülünü ben aldım. Herhalde öyle bir hoş tarafı var işin, onun dışında; Masumiyet’le ödüller aldım, Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü aldım, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü aldım, Sadri Alışık Ödülü aldım, var yani ama çok da önemli değil. Çok dönmüyor bu size geriye, ödül kurumunun da içi biraz boşaltıldı, öyle oldu biraz yani. 
Biraz da geleceğe yönelik hedeflerinizden söz eder misiniz? Örneğin geleceğe ilişkin en önemli projeniz, hedefiniz nedir? 
Bundan sonra tabi bir kere sağlığım el verdiği sürece, hani ölene kadar, gerçekten istediğim şeyler, bu mesleğin içinde olmayı sürdürmek. Belki bir tiyatrom olsa iyi olabilir ileriye dönük hedeflerden. Yani benim tiyatrom derken kişisel bir şeyden bahsetmiyorum, hep beraber arkadaşlarımızla, inandığımız insanlarla bir araya gelip de kurduğumuz bir topluluk olsa ve her sene oyunlar oynasak, mutlu olsak, turneler yapsak, gitsek o şehir senin bu şehir benim.. Turneyi çok severim ben, ondan sonra keyifle hayatımızı sürdürsek mesleğimizle birlikte. Sinemada da yine tabi olabildiğince iyi, dünyada da değer sayılabilecek iyi filmlerin içinde yer almak.

Oyunculuk, çekimler, sanatınızın dışında ne gibi uğraşlarınız var? Nelerden hoşlanırsınız, zamanınız oluyorsa genelde nasıl değerlendirirsiniz? Yazı yazıyorum, şiir yazıyorum, felsefe üzerine yazıyorum. Felsefeyle ilgileniyorum uzun yıllardır. Bahçeyle ilgilenirim, bahçe işlerini severim çiçek, böcek, neşem yerindeyse yemek yapabilirim, yemek yapmayı da severim, insanlara yedirmeyi de. Öyle.. 
Spora olan ilginiz nedir? 
Spora ilgim var, çok eskiden profesyonel sporcuydum. Cimnastik yaptım Eczacıbaşı’nda, basketbol oynadım. Sonra uzun yıllar sporla alakam kalmadı ama konservatuarda 4 yıl boyunca, konservatuar eğitiminin bir parçası olduğu için sporcu gibi bir disiplinle yetiştiriliyorduk. Her sabah 06:00’da derste olup, önce koşup, ısınıp, hareketler yapıp, vücudumuzu esnetip ondan sonra rol derslerine girdik. Tiyatroda kondisyon çok önemli, çünkü 2 saatlik oyunu çıkartamazsın, tık diye kalırsın yani, oynayamazsın. Onda da sporcu gibi hazırlanma süreci var. Dolayısıyla dediğim gibi konservatuarda 4 yıl vardı en son ama ondan sonra uzun bir ara spor hiç hayatımda yer almadı. Zaten ondan sonra çok kilo aldım, bayağı saçma sapan bir rakama geldim. Şimdi tekrar diyebilirim ki 4-5 ay önce ciddiyetle verdiğim bir karar neticesinde hem beslenme sistemimi değiştirdim, hem de Ağustosun 20’si 25’i gibi spora başladım. Şu anda da çok memnunum, çok mutluyum. Her an her gün de vaktim oldukça spora gitmeye çalışıyorum. Artık spor hayatımın bir parçası ve onu pek çıkarmak istemiyorum. Artık her gün spor yapıyorum.

Sosyal olaylara, insan yaşamının farklı boyutlarına bakış açınızı da öğrenmek isteriz? 
Engelliler, engelli insanlar daima beni ilgilendirmiştir. Çünkü potansiyel bir engelli olduğumuzun farkındayım, her an gerçekten hayat öyle bir şey ki yani buradan çıktığınızda, öğleden sonra işte akşamüzeri birisi bana çarpabilir, ben bir engelli haline gelebilirim. Bu kadar yakınız yani onlara, ölüme yakın olduğumuz kadar engelli olmaya da o kadar yakın duruyoruz. Dolayısıyla biraz o bilinç içerisinde bakmaya gayret ediyorum. Engelliler için çok az şey yapıldığını görüyorum ne yazık ki bu ülkede, onun için o düzenlemelerin biraz daha fazla yapılmasını diliyorum ve benim elimden gelen bir şey varsa bunun duyurulması, yapılması için, her zaman da üzerime düşen görevi yapmaya hazırım. Engellilere göre otobüsler, engellilere göre kaldırımlar, engellilere göre sinemalar yani bir sürü bir sürü bir sürü. Yaşam alanlarının içine onlar da katılmalılar.


Küçümsenmeyecek oranda engelli insanların var olduğu bir toplumda sizin engellilere bakış açınız nedir?
Yardım etmek lazım. Engelli ruh hali de çok enteresan mesela oyunculuk olarak, oyunculuk açısından ne oynamak istersiniz diye sorulur röportajlarda bazen. Gerçekten fiziksel bir engeli olan birisini canlandırmaya çalışmak isterim. Nasıl yapabilirim bilmiyorum, çok zor olacağını düşünüyorum. Zaten beni de o tarafı cezbediyor, My Left Foot diye bir film vardı sol ayağım benim diye, orada oyuncu engelli birini oynuyordu, onun ruh hali, onun psikolojisi oyuncu olarak benim çok kafamı meşgul eden bir şey. 

Engelli insanlarımızın ne gibi sorunları olduğuna ilişkin bilginiz var mı? Ya da bunu yorumlayabileceğiniz bir gözleminiz oldu mu hiç? 
Yani şimdi engelinin ne olduğuna da bağlı, buna bağlı olarak bizim çok basitçe hallettiğimiz yaşamsal fonksiyonları, onlar ne yazık ki yardım olmadan yerine getiremiyorlar. Ya da kendilerinin yerine getirebilmelerine olanak sağlayacak yardımcı altyapı elemanları yok. Kaldırımlar gibi, otobüsler gibi yaşamsal saha onlara göre de düzenlenmemiş. Onların da kullanabileceği, yararlanabileceği şekilde tanzim edilmemiş olmasından kaynaklı sıkıntılar yaşıyorlar tabi.

Engelli insanlarımızın spor yoluyla rehabilitasyonu ve onlar için daha kolay yaşam şartları sağlamaya yönelik çalışmaları olan TESYEV hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? 
Spor da, kültür de, sanat da şüphesiz çok lezzetli ve insana değer katan, yaşama anlam katan şeylerden. Dolayısıyla spor yapılması ya da engelli insanların sanatın içine sokulmaları çok önemli. Çünkü öyle şeyler de görüyoruz mesela engelli insanların oynadığı tiyatro oyunları var, engelli insanların yaptığı resim çalışmaları var. Benim Harun Antakyalı diye bir arkadaşım var, Ankara’da mesela o engelli çocuklarla çalışıyor, zihinsel engelli çocuklarla çalışıyor. Onlara resim yaptırdı ve çocukların Nişantaşı’nda sergileri açıldı. 14 tane tabloları satıldı, çok mutlular. Biz ressamız diyorlar artık çok güzel bir şey yani müthiş bir şey. 
Engelli insanlarımıza ve onların sorunları ile ilgili topluma bir mesajınız var mı? 
Hep söylediğimiz şey, yapabilecek bir şey varsa elimizden gelen, bence herkes yapmalı. Çünkü üç günlük dünyada, özellikle de böyle bir şeye herkesin potansiyel olduğunu düşünürsek her an her şey olabilir. Onun için bugün bana, yarın sana yani kimseye ne olacağı belli değil. Buna duyarlı olmaktan başka çare yok aslında baktığınızda. Herkes bir acıma hissiyle dolup böyle duyarlı olurum diyor ama, iş oralara gelince biliyorum ki birçok insan kaçıyor.

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? 
Sevgi var kalbimizde onlara karşı elbette, hak ettikleri saygıyı bulmalılar diye altını çizmek istiyorum Başkanınızın söylediği “Engelliler acınmak değil, sayılmak istiyorlar” cümlesinin. Bir de yapabileceğimiz her zaman ne varsa biz yapmaya hazırız.   

Röportaj         : Ebru CİDA

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...