Yükleniyor...
TÜRKÇE ENGLISH DEUTSCH

MEHMET ALİ BİRAND


Öncelikle sizin de bir ayağınızda problem olduğunu bilmeyenler için biraz bahseder misiniz bu ayrıntıdan?
M.Ali Birand: 4-5 yaşlarında iken ayağıma kaynar su döküldü benim. Sol ayağıma. Ondan sonra 6-7 ameliyat oldum. Ve şu anda diz kapağım kapanmıyor. Ankroze oldu filan... Tabi o dönemde tıp o kadar ilerlemiş değildi. Ama alıştım. Bir şey kalmadı. Yani kafamda bir şey kalmadı, en önemlisi de o zaten.

Peki, Türk basınının duayenlerinden biri olarak, sizce medyamız engelliyi ve engelli sorunlarını ülke gündeminin ve önceliklerinin neresinde görüyor?
M.Ali Birand: Medya görmüyor ki engellileri. Yani hiçbir yerinde görmüyor. Çünkü medyada çok az engelli çalışıyor. Bu nedenle de hiçbir zaman gerekli ve yeterli duyarlılığı göstermiyor. ‘Engellilerin şöyle bir sorunu vardır’, ‘Buna şöyle bakmak lazım’ gibi şeyler demiyor. Ne bileyim en basitinden; yolda giderken ‘şu kaldırımın boyu 15 santim yüksek. Bir engelli buradan nasıl çıkabilir?’ sorusunu bile aklına getirmiyor, anlatabiliyor muyum? Bunu düşünebilmesi için ya engelli bir kişi ile beraber olmalı, ya da bir şekilde onu görmeli. Ancak o zaman bu durumu kavrayabiliyor insan. Onun için engellilerin medyada yeri yok. Bu yeri edinerek medyayı daha duyarlı hale getirmek te sizin elinizde. ‘Bu insanlar da var, şöyle sorunları var...’ Vallahi kimsenin, kimsenin derdinden anlayacak ne vakti, ne de kaygısı var açıkçası. Dediğim gibi bu duyarlılığı sağlamak size düşüyor. Nasıl olacağı da çok basit; bizler kompleksliyizdir toplum olarak. Engelliye bakış ta böyle bir özellik barındırır içinde. Siz de bunu kullanın. Deyin ki: ‘Sizinle görüşmek istiyoruz, ziyaretinize geleceğiz.’ Genel Yayın Yönetmenlerine, Yazı İşleri Müdürlerine, muhabirlere... Gittiğiniz zaman söyleyin: ‘Niçin siz engellilerin sorunları için ayda bir kez de olsa yarım sayfa ayırmıyorsunuz? Her gazeteye. Milyonlarca engelli var. Hem onları kazanırsınız, hem bize yardımcı olmuş olursunuz. Ben otobüse binemiyorum, ben şunu yapamıyorum diye anlatın kendinizi. O zaman da hiçbir medya mensubu sizi geri çevirip, işimiz var böyle abuk sabuk işlerle uğraşamayız demez.

Yazılı ve görsel medyada yer alan engelliler ile ilgili haberlerde, daha çok duygusal bir anlatım ve içerik kullanılması doğru mu? Bu üslubun zararlı yanları yok mu?
M.Ali Birand: Söyleyin, mutlaka söyleyin. TV Genel Yayın Yönetmenleri ile konuşun. Mesela bize özürlü demeyin, engelli deyin... Bunu düzeltmek çok kolaydır inanın. Tek başınıza yapmayın bunu, bir grup halinde yapın. Yani en zorunu söylüyorum şimdi. Diğer vakıflarla, derneklerle oturun deyin ki: Gelin hep beraber 10 kişilik bir heyet oluşturalım medyayı daha duyarlı hale getirmek için çalışalım. Gidin dolaşın. Hayır demezler, kesinlikle demezler. Medyanın da bu konuda hakkını verelim. Olmadı mı, yazın. Siz sözünüzü tutmuyorsunuz, yine aynı şeyler oluyor’ diye.

Türkiye’de gazetecilik yapmak çok zor diyenlerden misiniz? Yoksa, burası Türkiye, ne yazarsan gazetecisin görüşünün (en azından uygulamada) makbul olduğunu mu düşünüyorsunuz?
M.Ali Birand: Yok. Gazetecilik diğer meslekler kadar zor, diğer meslekler kadar kolay. Farklı bir şey değil yani. Biz de farklı insanlar değiliz. Keşke biraz daha farklı olsaydık. Bütün hakkını verirseniz kolay bir meslek değil. Çok çalışılması lazım, ayrıntılara iyi girmek lazım, objektif ve tarafsız olmak lazım. Bu bakımlardan zor. Ama içimizde ‘yazarsın iki kalem, üstüste iki nokta koyup şöyle dedi dersin olur biter’ diyen insanlar da var. Bunlardan ne zaman kurtulunacak; yavaş yavaş... Hemen yapamazsınız bunu. Bundan 30 yıl önceki gazetecilik ile bugünkü gazetecilik arasında çok fark var. Bugünkünün iyi tarafları da var kötü tarafları da. Buna alışacağız, bununla yaşamak zorundayız.
İdeali olur mu?
M. Ali Birand: İdeali olur. Ama Türkiye’de üniversitelisi ne ise gazetecisi o, askeri ne ise doktoru o, engellisi ne ise sağlamı da bu... parlamentosu da bu. Bu topraktan bu ürün çıkıyor. Hep ön planda olmak, gündem belirleyen işlere imza atmak bazı sorumlulukları da beraberinde getiriyor doğal olarak.

Bu durumun hem özel, hem de çalışma hayatınızda, özgürlüğünüzü kısıtladığını düşünüyor musunuz?
M. Ali Birand: Ben o kadar ciddiye almıyorum doğrusu. Bazıları çok ciddiye alıyor. ‘Ben kamuoyunda çok tanınmış bir insanım, adımlarıma dikkat etmem lazım...’ Hayır. Evimde nasılsam, ailem ile beraberken nasıl davranıyorsam, başkalarının yanında ve başkalarına da öyle davranıyorum. ‘Ben geldim kapılar açılsın’ demedim hiçbir zaman, ön masa niye verilmedi demem. Ben bir iş yapıyorum ve o işten de para kazanıyorum. Bunun yanında çalışma alanında özgürlüğüm ise zaten kısıtlanamaz. Sanıyorum hiç kimse bana ‘şu işi yapma’ diyemez. Ben kafama koyarsam o işi yaparım. Risklerini de alırım, başımı da derde sokarım ama yaparım.
Oluşturduğunuz bir ekol var. Geçmişten gelen ve günümüzde de devam eden bir durum bu. Yanınızda belli bir dönem bulunmuş insanlar, mutlaka Türk medyasında isim yapıyor. Son olarak bundan biraz söz eder misiniz?

M. Ali Birand: Evet çok ta keyif alıyorum bundan. Benim bu konudaki becerim onları bulmak. Yoksa, insanlar birbirini yetiştiriyorlar. Yani ben de onlara birşeyler veriyorum, onlar da zaten kalitesi ile bana birşeyler katıyor. Benim aklıma gelmeyen bir noktayı ortaya koyuyorlar. Kısacası biz birlikte büyüdük, birlikte yetiştik. Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anat, Deniz Arman, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar... Biz bunlarla beraber geliştik. Bu bana inanılmaz keyif verdi. Başarıları da çok memnun ediyor. Ha, kötü bir iş ya da beğenmediğim bir iş yaptıkları zaman, açıp telefonu ‘ayıp değil mi senin yaptığın’ diye kulaklarını çekebiliyorum arada bir.

Size Gerald Metroz’un ‘Kendimi Engelletmem’ adlı kitabını getirdik, bir anı olarak sunuyoruz.
M. Ali Birand: Yaşayın... Çok teşekkür ederim.

Bizimle paylaştıklarınız için çok teşekkür ederiz.
M. Ali Birand: Asıl geldiğiniz için ben çok mutlu oldum, keyif aldığım bir sohbet oldu. Teşekkür ederim.

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...