Murad Babadağ

Bir derginin sayfalarında rastladık O’na. Kendisiyle yapılan söyleşide yüksek lisans tezinin mutfak ekipmanlarının engellilere uygunluğu ile ilgili olduğunu belirten Murad Babadağ ile TESYEV’de buluştuk.

- Kendinizden bahseder misiniz?

1969’da İzmir’de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. 1992’de M.S.Ü. Mimarlık Fakültesi Anasanat Dalından mezun oldum. Aynı yıl İ.T.Ü. Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümünde yüksek lisansa başladım. Hep okulda kalmak istemiştim. Annemin akademisyen olması bana ışık tutmuştur. Ancak günlük yaşamın gerektirdikleri beni bu alandan uzaklaştırdı ister istemez. Haziran 1996’da tezimi teslim ederek mezun oldum. (Tez konusu: Yaşlılar ve tekerlekli sandalye kullanan sakatlar için mutfak ekipmanları ve eviye üzerine bir irdeleme) Kısa dönem askerlikten sonra bir tasarım atölyesinde çalışmaya başladım. 1998’de Beymen Academia yarışmasında mobilya dalında birincilik ödülü aldım. 1999’da Bilgi Üniversitesi Tasarım Kültürü ve Yönetimi sertifika programına başladım ve 2001’de programı başarıyla tamamladım. Aynı yıl Örümcek Takı Tasarım Atölyesinde gümüş kalıplama ve işleme teknikleri dersi aldım. 1988’den beri çeşitli iç mimarlık ve mobilya tasarımı projelerinde yer almakla birlikte, halen bir şirkette tasarım danışmanlığı yapmakta, ayrıca ‘Monarch’ adlı tasarım atölyemde de çeşitli projelere devam etmekteyim. Neden bu konuda tez hazırladınız? Tez konumu seçerken Prof. Mete Üregil’e ‘faydalı bir şey olmasını istiyorum’ dedim. O da beni yönlendirdi. Mutfağı, özellikle eviyeyi seçmemizin nedeni, tek üretici mekanın burası olması idi. Ayrıca ev kazalarının %34 ü gibi bir oranda maalesef mutfakta gerçekleşmesi. Mutfakta geçirilen zamanın 3 te 1 lik kısmı eviye önünde geçiyor. Bu bütünlüğü düşününce seçeceğimiz spesifik konunun mutfak ekipmanları ve özellikle eviye olması doğaldı.

-Nasıl bir çalışma yürüttünüz?

Yerli literatürden çok faydalanamadım. Çünkü yoktu. Örneğin Türk kadını standartları ile ilgili done bile yoktu elimde. Öncelikle 150 deneğe anket uyguladım. Fiziki ölçümlerin yanı sıra sosyo-ekonomik ve sosyo-coğrafik durumlarını da kapsayan bir çalışmaydı bu. Mutfak kullanma alışkanlıklarını tespit ettim. Türk yemekleri, hazırlığı uzun olan yemekler. Mutfak o nedenle önemli. Ondan sonra 35 tane tekerlekli sandalye kullanıcısı üzerinde bu anketi yaptım. Hastalık sebepleri ve derecelerini de tespit ettikten sonra çıkan sonuçları teze yansıtmaya çalıştım. Her zaman bu çalışmanın işe yaraması gerektiğini düşünmüşümdür. Sizin bu konuya ilginiz beni bu anlamda mutlu etti. 150 sayfalık bir kağıt tomarı olarak kimsenin işine yaramayacaklar sonuçta.

-Daha sonra bununla ilgili çalışmalar yaptınız mı?

‘İç mimar’ kökenli olmama rağmen mekan kurmak benim çok fazla ilgimi çekmiyor. Bu tip konular da müşteri talebine göre şekillendiği için açıkçası pek bir çalışmam olmadı. Bir konut yaparken buraya bir de rampa yapmak kimsenin düşündüğü bir ayrıntı değil. Oysa tekerlekli sandalye kullanan herkes sakat olmak durumunda değil. Yaşlı insanlar da kullanabilir, ya da geçici durumlar söz konusu olabilir. Engelli insanları engelleyen dış faktörler. Her koşul onların rahatlıkla yaşamlarını sürdürmesine uygun olsa, bir engelden bahsetmemiz de mümkün olmayacak. Yani insanlar çevresel koşullara uymaya çalıştığı zaman ortaya çıkan bir durum bu. Kısa boylu birinin basketbol potasına sıçrayamayıp smaç yapamaması da bir engel. Ama bunun yapmadığınız sürece engelli sayılmazsınız. İşte bunlar düşünülmediği için gözardı edildiği için örneğin Amerika’dan 50 yıl geride olduğumuzu düşünüyorum. 1992 yılında Başkan Bush’un (Baba Bush) ADA (Americans with Disabilities Act) ile imzaladığı bir anlaşmaya göre Amerika’daki bir restoranın ya da lokantanın bir müşterisine sağladığı hizmetin aynısını diğerine de sağlama zorunluluğu var. Örneğin teras katı olan bir lokanta merdiven çıkamayan birine de teras katında yemek yeme imkanını sağlayamıyorsa kapatılıyor. Bu durumda kimsenin engelli olduğunu söyleyemeyiz sanırım. Ben hep ‘yapılabilecek birşey varsa içinde yer alabilirim’ diye düşündüm ama edilgen bir tavır sergiledim diyebilirim. Bu düşüncemi aktif hale getirmedim.

-Ne yapabilirdiniz?

Benim için tasarım bir misyon. Tasarım güzel gösterme, estetik operasyon değildir. Fayda üzerine kuruludur. Hayat kolaylaştırmalıdır. Ne yapabilirdim, örneğin belediyelere gidip bu konu ile ilgili danışmanlık yapabileceğimi söyleyebilirdim, doktora tezimi de böyle bir konu üzerinde yapıp basın yolu ile yaymaya gayret edebilirdim. Gerçekten evinde mutfakla ilgili problemleri olan kişilere yardımcı olabilirim. Çok maliyetli bir iş olduğu için kapsamlı bir çalışma yapamayabiliriz ama ufak tefek detayların da büyük faydaları olabilir.

-Şu anki uğraşılarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Rutin hayatımı devam ettirmek için tasarım yaptığım Models diye bir firma var. Oradaki ürünler bana ait. Ama işin başka bir yönü de var benim için. Şöyle açıklayayım: 2 milyon kanepe tasarımı var, 2 000 001 olursa ne olur yani. Önemli olan fayda yaratmak. Tasarım tarihinin 60’lı yıllarda kalmış bir tasarımcısı var: Victor Papanec. Victor Papanec sürekli, henüz gelişmekte olan ülkeler için ürünler tasarlıyordu. (1999 da öldü) Mesela 30 sente, 1 kutu kola, biraz kömür parçası ve biraz da bantla yapılabilecek radyo tasarlıyordu. Yani sürekli Amerikan tarzı büyük mekanlar, büyük arabalar fikrinin dünyaya zarar vereceğini düşünüyordu. Böyle liderler benim gibi düşünen tasarımcılara ışık tutuyor. Tüketim toplumunda yaşıyoruz. Tüketime dayalı yaşam tarzında markalar karakterleri sembolize ediyorlar. Markalar ne kadar abartılırsa o kadar satıyorlar. Buna yönelik çalışmaların dışında vakit geçirdiğimiz Monarch adlı deneysel tasarım atölyemde ayrıca gümüş işleriyle uğraştığım bir bölüm de var.

-Teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...