Osman Tanburacı

“Her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden”

-Osman Bey bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Meslek yaşamınıza nasıl başladınız?

Babam da gazeteciydi. Galatasaray Lisesinde okurken, orta okuldan itibaren Hürriyet gazetesinde, evvela teleks kağıtları yırtarak başladım işe. Sömestrlerde çalıştım. Galatasaray’dan sonra birden bire kendimi gazeteciliğin içinde buldum. O aşkla bugünlere kadar geldim. Sporu çok seviyorum evvela gazeteciliğin mutfağında, haber değerlendirmesindeydim düzeltmenlikle başladım sonra aşama yapa yapa bir yerlere kadar geldik en sonunda köşe yazarı olduk, yorumcu olduk. Bunlar mesleğe karşı olan saygıdan ve zorluklara göğüs gerebilmekten geçti, çok zorluklar çektik. Hiçbir zaman paranın peşinden koşmadım, mesleğini iyi yapabilen adam olmak beni paradan çok daha mutlu etti. Ama ne yazık ki, bu ülkede reyting yapabilmek için bir başkasının kanıyla canıyla besleniyor olmak daha ön planlara çıkarıyor insanları. Aklı başında olduğunuzda doğru işler yaptığınızda belki dikkat çekmiyorsunuz ama toplumum bir bölümünün size gösterdiği takdir ve teveccüh sizi manevi olarak tatmin ediyor. O yüzden Yavuz Kocaömer’i çok seviyorum şunun için çok seviyorum o da insanların maneviyatıyla ilgileniyor maddiyatı bulup, maneviyata yama yapmak istiyor aynı paralelde koşuyorum onunla. Ve kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

-Osman Bey koyu Galatasaraylısınız yazılarınızda ya da yorumlarınızda taraflı olduğunuz zamanlar oldu mu?

Hayatta aşka boynum kıldan ince, her türlü sevgiye varım... Galatasaraylıyım çünkü Galatasaraylıyım dediğiniz vakit zaten kop koyu bir tarafsınız demektir. Damarlarımdaki kırmızı kan sarı ile birleşince güzel bir duyguya dönüşüyor. Güneş bile sarı kırmızı doğuyor her gün... Galatasaraylı olmak Allah’ın lütfu gibi geliyor... Yazılarımda evvela aklım ön plana geçer çünkü ben 60 ya da 70 milyonun gözleriyle gördüğü olayları hisleriyle yaşadıklarını değiştirip başka türlü yazmam mümkün değil. Onun için bir paralellik sağlıyorum okuyucularımla beni dinleyenlerle. Bu açıdan da gönlümün sesi daha sonra geliyor. Ben doğarken gazeteci olacağımı ve Galatasaray’ı tutacağımı bilmiyordum ama adam gibi adam, insan gibi insan olmayı babam, ailem bana öğretti önce adam olacaksınız sonra yüreğinizde istediğiniz rengi taşıyabilirsiniz. Yüreğinizde taşıdığınız renk sizin aklınıza mani oluyorsa, gözlerinize perde indiriyorsa o zaman, o insanları toplum ayıklayacak. Ben bütün kadınları sevebilirim ama birini çok daha fazla sevebilirim onu da kendime eş olarak alabilirim, ondaki eğrileri ve doğruları görmek bana aittir. Toplumla geçinmek benim mesleğimse, ondan ekmek yiyor isem, evvela dürüstlüğüm ön plana çıkacak ondan sonra aşkım gelecek... Zaman zaman takımımı alkışlayacak zaman zaman da boynu bükük bekliyeceğiz bu sene olduğu gibi.

-Size gelen eleştirilerde tavrınız ne oluyor?

Ben çok eleştiren bir adamım bizler münekkidiz, eskiler öyle der eleştirmene. Eleştirenin sevildiği ve de ödül aldığı pek görülmemiştir. İnsanlar da aldıkları vakit sevimsiz olurlar. Beni eleştiren insanları öpesim, ellerini sıkasım geliyor, çünkü kimse hayatta dört dörtlük değil benim de hatalarım var. Hatalarımı söyleyenlere ben müteşekkir kalırım. Peygamberimizin de dediği gibi bana bir kelime öğretenin 40 yıl kulu kölesi olurum. Bana yapılan tenkitlere ben mutlu gözlerle bakarım.

-Yapılan her eleştiriyi hata olarak kabul ediyor musunuz?

Mevlana’nın güzel bir lafı var. Ne kadar bilirsen bil anlattıkların karşındakinin anlayabildikleri kadardır. Beni eleştiren insan bana pislik atmak istiyorsa ben güler geçerim bu kahve falı gibi bir şeydir. Ayrıca kahve falını da çok severim ama güzel çıkarsa memnun olurum. Beni tenkit eden adama, şahsa, değer verirsem o tenkitler benim evimim duvarlarını süsleyen ata sözü gibi olur, onların peşinden giderim ama değersiz hiçbir laf için ne kendimi üzerim ne de onlara değer veririm. Osman Bey gerek yazılarınızda gerek konuşmalarınızda sadece eleştiren bir spor yazarı değilsiniz, aynı zamanda onore etmesini bilen de bir insansınız. Koyu bir

-Galatasaraylı olmanıza rağmen, Fenerbahçe’ye özellikle Başkanı Aziz Yıldırım’a iltifat eden sözleriniz oldu. Hatta belki de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu kutlayan tek Galatasaraylı sizsiniz. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Spor beden ve ruh sağlığıdır. Bu da somut olduğu kadar soyut bir kavramdır. Yavuz Kocaömer’e hayranım, bir bütün olarak alıyor bu kavramı, insanları fiziki engelliler, ruhsal engelliler veya sağlamlar diye ayırmıyor, onları hayatta her türlü yarışın içine sokuyor. O zaman çok güzel şeyler çıkıyor ortaya. Güzellik işte bu! Bir yarış bir müsabaka normal şartlarda yapılmayabilir, engelliler de buna katılabilir, herhangi bir yarışmada birinci seçilene kadar her türlü mücadele olur. Şampiyonluk ya da birincilik yarış bittiğinde belli olur. Taaflı olun olmayın herkes o şampiyonu alkışlamalı. İlkem budur. Yarış yapılırken her türlü taraftarlık yapılabilir ama yarış bittikten sonra sizin tuttuğunuz kazanmasa bile kazananı alkışlamak insanlık borcunuzdur diye düşünüyorum onun için Aziz Yıldırım’ı da kutlarım, Yıldırım Demirören’i de kutlarım. Bir gün Beşiktaş çarşısında geziyorum Beşiktaş’ta ki amigolar, çarşılılar bana yaklaştı dedi ki abi biz seni çok seviyoruz çünkü sen çok değiştin. Niye dedim. Sen eskiden Galatasaray’ı methediyordun şimdi Beşiktaş’ methediyorsun (Beşiktaş’ın 100. yılında şampiyon olduğu sene). Gelin bakayım buraya dedim. Değişen ben değilim, değişen sizin takımınız. Galatasaray kötü olmaya başladı, Beşiktaş iyi oldu bende her zaman iyileri söylediğime göre Beşiktaş’ı övmeye başladım yani ben değişmedim takımınız değiştiği için Sezar’ın hakkını Sezar’a verdim, dedim. Sarıldılar, öptüler beni şimdi bugün Kadıköy’de, Beşiktaş çarşısında Türkiye’nin her yerinde rahatlıkla dolaşan ender gazetecilerden biriyim çünkü ben doğruyum. Fener’in de şampiyonluğunu kutlarım. Akıtılan tere saygılı olmak lazım.

-Hakan Şükür şu sıralar bayağı tartışılıyor hatta Türkiye’yi ikiye bölmüş diyebiliriz.Yıllar önce Hakan Şükür’ü ilk eleştiren hele ki en popüler, en güçlü olduğu dönemde sizdiniz. O dönem ne gördünüz şimdiki durum nedir?

Hakan Şükür bir değer olarak çıktı, 19-20 yaşında Galatasaray’a geldi. Yakından izledim. Ben de bir zamanlar santrfor oynadım. Santrfor oynayan insanlarda evvela zeka düzeyinin yüksek olması gerekiyor. Hakan’da bunu göremedim. Allah vergisi meziyetleri belki ortanın üzerinde ama bunu kullanabilecek kapasitesi yok. Yani olmayacak duaya hiçbir zaman amin demdim ama bu ülke, bir yığın hak etmeyen insanı omuzlarında taşıdığı için Türkiye’nin yarattığı bir kahraman oldu Hakan Şükür. 5 sene önce Sakarya’ya ya gittim onun doğduğu, yetiştiği yerlerde arkadaşlarına sordum, tanıyanlara sordum hepsi benim düşüncelerime paralel veya onların düşüncelerine ben paralel oldum. Hakan Şükür, sahip olduğu meziyetleri çok cimri şekilde kullanıyor Bu ülke ise, bir kral bulup, onun peşine takılmaktan çok hoşlanıyor. Oysaki, Hakan Şükür Torino, Inter, Parma ve Blackburn Rowers’ta oynadı ve hepsinden kovuldu. Bu kovulan adamı Türkiye “koyunun bulunmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi” diyerek omuzlara aldı ve onu kovan takımlara karşı başarı elde etme arzusu içine girdi. Böyle saçmalık olamaz. Avrupa’nın istemediği bir adamı Avrupalılara karşı üstünlük kurmak için kullanamazsın! Ben bunu yüreksizlik, akıl noksanlığı olarak değerlendiriyorum ve ben bunları açık açık söylüyorum. Hakan Şükür, Metin Oktay’a benzetildiği vakit Metin Oktay’ın kemikleri sızlar. Rauf Tamer’in bir yazısı vardı çok severim kendisini “Hey Metin Oktay çok talihsiz bir adamsın çünkü Metin Oktay’ı seyredemedin!” Bu çok veciz bir laftı. Bizler Metin Oktay’ı seyretmek için bilet alırdık. Top ona gelsin de gol olsun diye beklerdik çünkü kaçırmazdı. Hakan öyle mi ya! Şükür karar verme meziyetlerine sahip değil. Pas verecek yerde şut çeker, şut çekecek yerde pas verir. Kafa hakimiyeti var derler, 1.90 boyuyla 3 kişi üzüm salkımı gibi kafaya çıktığında Hakan Şükür herkesin belinde kalır. Tek başına kafaya çıktığında yanında kimse olmazsa o zaman kafayı vurabilir. Bütün takım Hakan Şükür’e çalışır Şükür 40 kaçırır bir gol atar gene omuzlara alınır ama ona kovalarca su taşıyan arkadaşları ihmal edilir. Hakan Şükür kendi oynadığı sürece vardır. Takım arkadaşları oyundan alındığında hiç ses çıkarmaz kendi çıktığı zaman antrenörüne kafa tutar. Hakan Şükür gol atar gollerim şehit analarına hediye olsun der ama yanında oynayan takım arkadaşlarını hep şehit etmiştir. Maneviyatı güçlü olan Hakan Şükür’ü takdir ederim ama futbolculuk tarafını eleştiririm. Hakan Şükür Allah vergisi yeteneklerine ters düştüğü için onu affetmiyorum 10-12 senedir Galatasaray’da başka santrfor yetişmedi yanında, Hakan Şükür’ü futbol değerleriyle kantara koyduğumuzda 10 üzerinden puan vermek gerekirse 5’in altındadır benim için Hakan Şükür’ü iyi olduğu zamanlarda ben de övdüm, alkışladım, mutlu oldum. Onun için Hakan Şükür’e sonsuz teşekkürlerim var. Fizan’a omzumda götürürüm kazandırdıkları için. Ama Hakan Şükür’e bir tavsiyem daha var derhal futbolu bıraksın. Çünkü artık ağırlaştı. Çağın futbolu da onu aştı! Bazı gazeteciler Hakan Şükür’le iyi geçinebilmek için hep onun türküsünü çağırır, onun için artık türkü çağırmak değil ağıt yakmak gerekir.

-En beğendiğiniz futbolcuyu çok merak ettim. Size göre futbol dünyasında her şeyi ile bravo dediğiniz isim hangisi?

Ergün Pembe. Birincisi adam gibi adamdır. Galatasaray kulübüne hiç sorun çıkarmaz, çok düzenli çalışır, maç içinde verilen bütün görevleri yapar. Tribün için oynamaz antrenörü ne derse ona harfiyen uyar, hiç sorun çıkarmaz kenarda oturur. 5-10 maç oynamasın 11. maça koyduklarında herkesten daha fazla performans gösterir. Hatta ve hatta eşiyle çok ciddi sorun yaşadı, eşinin ruhsal sorunları vardı ondan ayrılmasından sonra bile yıkılmadı, harikalar yarattı. Başkaları gibi Galatasaray’ı bırakıp gitmedi. Bu insanı ödüllendireceksiniz bu insanı atmayacaksınız. Ergün için hiç kimse bir şey diyemez. Sonrakilere bir örnek vermek istiyorsanız bu Ergün Pembe’dir. İnsan değerleriyle de bir örnek gösterir misiniz derseniz göstereceğim tek adam Yavuz Kocaömer’dir. Çünkü metal kupa için bir şeyler yapmıyor, insanlık için yapıyor. İstediği metal kupa değil, metal tekerlekli sandalyedir. Bu nedenle Yavuz Kocaömer’i yürekten kutluyor, ona şükranlarımı iletiyorum.

Galatasaray’ın 100. yılında sadece su topunda şampiyon olmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Galatasaray’ın 100. yılında su topunda şampiyon olması demek, Galatasaray’ın 100. yılda şampiyonluk hayallerinin suya düşmesi demektir. Ancak Galatasaray genelde her sene su topunda şampiyon oluyor. Galatasaray’da spor ruhu vardır, amatör şubelerde bu hep yaşanır. Paraya dayalı futbolda ve basketbolde zaman zaman zor günler olur bu normaldir. Galatasaray 100. Yılını beklemeden Türkiye’de hiçbir spor kulübüne nasip olmamış UEFA Kupası ve Süper Kupa aldı. Demek ki Galatasaray daha nice yüz yıllarda başarısını önemli kilometrelerde değil her zaman sürdürecek bir kültürel ve sportif zenginliğe sahiptir. Meğer ki takdir edile... İlle 100. Yılda başarı beklemek mastürbasyondur. Başkan Özhan Canaydın zor durumda, ona bütün Galatasaraylıların destek olması gerekir. Bu destek moral ve paradır. Ancak Canaydın da bütün camiayı kucaklamalı, sevgi ve fikir alışverişi için kollarını açmalıdır. Galatasaray bugünlere camianın müşterek adımlarıyla varmıştır. Onun için bugün bütün damarların kan pompalaması zamanıdır.

-Osman bey şimdi futboldan biraz uzaklaşıp size bıyık şeklinizle ilgili bir soru sormak istiyorum. Bıyıklarınız bir imaj mı?

Bıyıklarım, dedem Tanburacı Osman Pehlivan’dan geliyor. Dedem zamanın saz şairi, tambura üstadı ve de kırkpınarda pehlivandı. Onun çok güzel bıyıkları vardı. Babaannem; “oğlum sen dört kaşlı delikanlısın, iki kaşın iki bıyığın var, dedene benziyorsun büyüğünce bıyık bırak” derdi. Bende o ikisinin ruhu şad olsun diye dedemi tarihten aldım bugüne getirdim. Tabii dedemin çok daha heybetli bıyıkları vardı ben onun kötü bir kopyası olarak devam ediyorum. Bıyıklarımdan çok memnunum. Hiçbir spor yarışmasından sonra iddiaya girip bıyıklarımı kesmek istemem çünkü bu bıyıklar bana miras, onları hor kullanamam. Ayrıca bıyıklarım Galatasaray’ın Avrupa’da yaşadığı mutluluklarla şaha kalkmış vaziyette. Bunların kılına halel getirmem.

-Mirror Dergisi’nin sahibisiniz. Derginizde Tesyev’e ve engelli sporuna geniş yer ayırıyorsunuz. Peki basının ve büyük kulüplerin engelli sporuna yeterince ilgi gösterdiğine inanıyor musunuz? 3 Büyük kulübün engelli basketbol liginde yer almaları nasıl olurdu?

Mirror Dergisi ile beşinci yıla girdim, çok emek veriyorum. Toplumun ilgisini çeken konulara ağırlık verdim. Engelliler de bu toplumun bireyleri onun için sayfalarımı açtım, onlara yer vermeyen medyayı da kınıyorum. Ayrıca Milliyet gurubunu takdir ediyorum çünkü TESYEV Başkanı Yavuz Kocaömer orada yazıyor. Bu mükemmel bir adım, Kocaömer toplumun hüzünlü ama gayretli kesimini temsil ediyor, onlara değer vermek gerektiğine inanıyorum. Aslında engelli kardeşlerimiz belki fiziki güç noksanı ama esas ayıp olan Allah’ın gadrine uğramamış insanların düşünce özürlü oluşlarıdır. Onları hiç kabul edemiyorum. Sağlık hepimiz için bugün var, yarın ne olacağımız meçhul, onun için her gün Allah’a şükrederken, engelli dostlarımızı da kucaklamamız gerek. Üç büyük kulübün de engelliler basketbol liginde olması şart. Onlar büyükse bu büyüklüklerine engel tanımamak için engellileri de düşünmeleri gerek. O zaman daha da büyürler, sevgi çemberinde merkez olurlar...

-Sayın Tanburacı son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sanırım Ahmet Kutsi Tecer’den’di “Her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden” dizeleri... Yani insanlar yaşayabilmek için her mihneti kabul eder. Onun için engellilere kucak açmamız, onların dertlerine ortak olmamız lazım. Onlar Allah’ın verdiği mihnetleri zaten etmişler, tek arzuları pencerelerinden gün eksilmemesi. O penceredeki gün de; toplumun ilgisidir. Her yeni doğan güne umutla bakmak en güzel yaşam biçimidir. Yaşamak sadece nefes alıp vermek değil, birbirini sevmek, ele ele tutuşmak birlikte değerlere koşabilmektir. Herkesi çok seviyorum herkesin birbiriyle iyi geçinmesini istiyorum. “Olanın olmayana borcu vardır” sözü benim ilkelerimden bir tanesidir. Bunları başarabilirsek yaşadığımızın çok daha güzel farkına varacağız. Dalda öten bir kuş, yapraklar arasında bir tomurcuk, dikenli bir gül... Herkes gülü dikeni ile anar, halbuki o dikenli dalda açan güzel bir gülün farkına varmak çok daha güzel değil mi? İnsan yaşamında türlü diken var. Önemli olan bu dikenlerin etrafında insanın pırıltısını alabilmektir.

Röportaj: Ceyda YILDIRIM

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...