SEREBRAL PALSİ İLE YAŞAYAN BİR ENGELLİ ANLATIYOR

Bu hafta köşemize Molly McCully Brown misafir olacak, üstelik kendi kelimeleri ile. Moly McCully Brown makale ve şiir kitabı yazarı. Amerika-Virginia’nın kırsal kesiminde büyümüş, Stanford Üniversitesi’ndeki Simon’s Rock Bard Koleji’nden ve Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı yaptığı Mississippi Üniversitesi’nden mezun olmuş. Bugün Ohio’da yaşıyor ve Kenyon College’ta şiir alanında araştırma görevlisi olarak ders veriyor.

‘Serebral palsi vücudumu acı ülkesi yaptı’

Köşemize konuk olma sebebi ise Serebral palsi hastası olan Molly McCully Brown’un, “SP vücudumu bir acı ülkesi yaptı” diye başlayan ve hastalığı ile geçmişte yaşadığı sarsıcı anıları anlattığı, beni derinden etkileyen röportajına denk gelmem. Bakın Molly, serebral palsi ile ilgili anılarını, hislerini ve geçmişini nasıl anlatıyor?

‘Yerimden zıplıyorum’

➧ Dünyadaki en güçlü irkilme refleksine sahibim. Sessizlikte adımı seslen yüksek sesle, görüş alanıma aniden bir şey sok; her seferinde bir gök gürültüsü varmış gibi zıplarım. Beklemediğim bir zamanda bana dokunursan bu daha kötü olur. Vahşi bir hayvanın yaptığı gibi tepki veriyorum. Yıllarca sadece beynimdeki kötü kabloların suçlu olduğunu düşündüm. Dengemi bozan ve kaslarımı sıkılaştıran aynı çarpık sinyaller beni kalıcı olarak gerginleştirdi. İlk hatıralarım bir maske ve bir cerrahın elleri.

‘Dikişli bir yara hatırlıyorum’

➧ Şimdi, vahşi reflekslerimin erken yaşta yaşadığım travmadaki bir şeyden kaynaklandığını düşünüyorum. Tüm o yıllar boyunca izinsiz size dokunulması, vücudunuzun, başınızın üzerinden konuşulması, sedasyon altında zorlanmanız, vücudunuzu terk etmek ve sözüm ona daha iyi bir versiyonunuza geri dönmek daha çok acıtıyor. Ama sözde daha iyi bir şey olduğundan o arada geçen boş zaman dilimini isimlendiremiyorsunuz. Düşünün, hayatımda hatırladığım ilk dokunuşun beni kesmeye hazır olması nasıl bir duygu, nasıl bir anı? Uyandığımda ise gördüğümün dikişli bir yara olmasının ve ağlamaya başlamamın önemli olduğunu düşünüyorum.

‘Aşağı yukarı yürüyordum’

➧ Çocukluğumun daha iyi bir bölümünde, serebral palsili çocuklarda yürüyüş gelişimi üzerine bir çalışmanın parçasıydım. Ameliyat olduktan sonra sık sık olarak öğleden sonralarımı bir araştırma laboratuvarında geçirdim. Dar bir halı şeridinde aşağı ve yukarı yürüyordum. Sensörler ve teller vücuduma bağlıydı, böylece doktorlar grafiğini çizebilsinler diye yürüyordum. Dijital sensörler, benim şaşırtıcı şeklimin bir bilgisayar modelini oluşturdu, her biri küçük bir ışık noktası ve onları soyduğumda mükemmel bölgeler gibi yanan kırmızı kareler bıraktılar.

‘Görmeye dayanamıyordum’

➧ Ancak doktorlar aynı zamanda her şeyi kaydettiler ve bize eve götürmemiz için ham görüntüleri verdiler. İlk filmler şirin; kıvırcık saçlı ve konuşkanım. Bacaklarım ve kollarım çıplak kalacak şekilde giydiğim mayo her zaman ya biraz fazla küçük ya da biraz fazla büyük. Halının üzerinde mutlu bir şekilde yürüyorum. Yaş aldıkça, büyüdükçe kasetler daha karmaşık hale geliyor. Kendime benzediğim bir görüntüye ulaştığımda izlemeye dayanamıyordum. Şort ya da mayo giymiş, bir grup erkek tarafından izlenen, bir tür yaralı hayvan gibi bir podyumda yürüyen genç kızım.

‘İzlenmekten nefret ediyorum’

➧ Bugün bile tam olarak düşünmekten kaçınırım: Acaba o zamanlar bana baktıklarında (çoğu zaman çıplak halde) sadece tamir edilmesi gereken hasarlı bir ürün mü gördüler? İzlenmekten hâlâ nefret ettiğimi biliyorum. Ayrıca izleyen birinin bende beğenmeye değer bir şey göreceğinin hiç aklıma gelmediğini de biliyorum.

‘Gözlerimi yere çeviriyorum’

➧ Anlattığım videoları ergenlik dönemimde çektiler. Hâlâ yürüyüşümü izlemeye dayanamadığımı biliyor musunuz? Mağaza aynalarının veya yansıtıcı camların yanından geçerken gözlerimi yere doğru çeviriyorum. Bir an kendime bakıyorum ve midem bulanıyor. Sevdiğim ilk adama hareket etme tarzımı sorduğumda, “Önemli değil, fark etmez” dedi. Bunu beni teselli etmek için söyledi. Ama ben şöyle düşündüm: “Yanılıyorsun. Beni olduğum kişi yapar.

”‘Ağrı her şeyi unutturuyor’


➧ Kronik ağrı, kendinizle uğraşmayı bıraktırır. Eklemleriniz dayanamayacak kadar ağrıyana kadar, bir şey bükülene kadar, düşene ve sonra da giysilerinizi mahvedecek kadar kan akana kadar, vücudunuzu görmezden gelmeyi öğretir. İyi bir gün, vücudum hakkında pek düşünmediğim, içgüdüsel olarak kusurlarına uyum sağladığım, o düşük ağrı eşiğinde ani bir yükselmenin olmadığı bir gündür.

‘İşimi yapmama izin verir’

➧ İyi bir günde vücudum beni utandırmaz. İstediğimi yapıyor, kısa mesafeler yürümeme ve işimi yapmama izin veriyor. Bir eşikte duraklamam ve bir yabancıdan tekerlekli sandalyemi kaldırıp kapıdan geçmeme yardım etmesini istemem gerekmiyor. Gerçekten tanımadığım hiç kimsenin bana elini sürmesi gerekmiyor. Marketteki kimse sormuyor: “Ne oldu tatlım? Tekerlekli sandalyede olmak için çok güzelsin!” İyi bir günde, elbisemin eteğini sertçe çekiyor ve tıslıyorum: “Sen yoksun hayatımda.

”Yaralarını da görmeyi deneyin


Evet, bu röportajı okumak beni çok sarstı. Engelli bireylerle ilgili desteği bazen sadece maddi olarak düşünüyoruz. Fakat Molly McCully Brown’un kendi kelimeleri ile anlattıklarından anlayacağınız gibi, insanların kendi engelleri ile mücadelelerinde iç savaşları ve yorgunlukları, durumlarını kabullenmeleri bambaşka süreçler içeriyor. Her şeye bir de buradan bakın derim. Almanların sevdiğim bir atasözü vardır; ‘Her evin bodrumunda bir ceset gizlidir’ derler. Evet Molly bugün çok başarılı bir yazar, akademisyen, başarılı bir engelli birey ama yüreğinin derinliklerindeki yara hâlâ açık. Lütfen engellilere bakarken yaralarını da görmeyi deneyin.

Posta / 15.03.2021

YAZARIMIZ
YAVUZ KOCAÖMER`İN
TÜM YAZILARI:

Yükleniyor...