Tan Sağtürk

- Tan Sağtürk kimdir? Biraz kendinizden bahseder misiniz?

30 yıl önce konservatuardan Fransa Devlet Balesi’ne, Fransa Devlet Balesi’nden İstanbul Devlet Balesi’ne, ordan da Diyarbakır’a gitmiş olan, Diyarbakır’da Güneydoğu Anadolu’da okullar kurmuş olan bir sanatçı olduğumu görüyoruz. Aslında insanın kendisini anlatması çok zor. Evet, bu uğurda sürekli çalışan ve bir şeyler yapmaya çalışan, insanlara daha fazla yaymaya çalışan istekli birisi olduğumu görüyorum.

- Caz dans ya da modern dans çizgisinde, repertuarı sık sık yenilenen bir dans grubu kurma projeniz var, bunun diğer projelerinizden farkı nedir?

Bu tabi aslında bizim artık yapmak istediğimiz en uç nokta. Yani daha Türkiye’de birçok insanın bu konuda bilinçlenmesini sağlamak için hep uğraştık, halen daha uğraşıyoruz. Ama artık bu grubun kurulmuş olması zannediyorum kendi seyircimizi oluşturduktan sonra, bu kadronun profesyonel gösteriler yapması bu campany’nin zannediyorum bir sanatçı için çok güzel bir durum oluşturacak.

- İstanbul dışında da bir çok ilde, özellikle Güneydoğu’da dans okulları açtınız, ilk günden bugüne gözlemlediğiniz gelişmeler nasıl?

Bizim Güneydoğu Anadolu ya da Doğu Anadolu ya da diğer uzaktaki şehirleri ne kadar tanımadığımızı fark ettim. Türk insanı, batıda oturanlar, doğuda yaşayan insanları ya da şehirleri, yaşam biçimlerini çok iyi tanımadıklarını gözlemledim. Çeşitli önyargıların olduğunu gözlemledim. Bir bale ya da dans okulunun orda nasıl olur da tutabileceği sorusunu çok insanın sorduğunu gördüm. Oysaki, elbette ki orda ki insanlar da belirli bir kültürden gelen insanlar ve sonuç itibariyle çocukları için böylesine bir eğitimin ne kadar önemli olduğunu düşünüyorlar, görüyorlar. O yüzden de okullarımıza yazdırıyorlar çocuklarını. Ve yıllardır da işte birçok şehirde, sadece Güneydoğu Anadolu’da değil, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde var okulumuz. Karadeniz de Samsun’da, Kıbrıs’ta da var okulumuz. Bir çok yerde bugün, birçok insan çocuklarını getiriyor ve onlar artık birer genç kız – delikanlı olarak mezun oluyorlar okullarımızdan.

- Sizi dizi oyuncusu olarak ilk kez İkinci Bahar da izledik, ardından Dolunay ve Şöhret Okulu.. Diziyle tanışmanız nasıl oldu ve devam etti?

Tabi aslında bizim çok yoğun çalışma tempomuz içinde, hayatımız boyunca çocuk yaştan beri çalıştığımız tempoda, hep sahne üzerinde, sahnedeki duruşla ilgili çalışmalarımız olmuştu. Fakat bugün belki dizi diye düşünmemek lazım bu meseleyi ama sinema çok keyifli. Özellikle dans sanatçısının 1,5 saat boyunca 4 perde bazen, bir eseri anlatması söz konusuyken, hiç ağzından bir tek cümle çıkmadan, böyle bir yatay geçiş öbür taraf çok keyif verdi bana. Bir de çok güzel projelerdi her biri benim için. O konunun ustaları ve üstadları vardı, o projelerin içinde. Bir konuda, özellikle kendi konumun dışında da, başka bir konuda, bilmediğim bir mecrada var olmuş olmam bana aslında bambaşka bir keyif kattı ve stresten uzaklaştırdı. İlk başta bir girelim bakalım nasıl bir şey, acaba keyif alacak mıyım, alamayacak mıyım derken bugün görüyorum ki aslında hep sosyal sorumlulukla ilgili projeler de oynamışım. Mesela İkinci Bahar’dan sonra Dolunay, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun ve çocuklar üzerine kurulu bir projeydi. Hemen ardından da Şöhret Okulu var ve Şöhret Okulu da dansı ve sanatı sevdirmek üzere olan bir proje.

- Farklı deneyimler kazandırdı denebilir öyleyse size bu projeler…

Ben 40 yaşına geliyorum ve 40 yaşında bir dansçının birkaç sene sonra artık dans edemeyeceği söz konusu olabilir. O yüzden böyle keyifli bir mecrada, sonsuz bir mecrada bir şeyler yapmaya çalışmak hem hayat standardında değişiklikler yaratıyor, hem bana çok fazla eğitim veriyor. Sahnede yapmak istediklerim adına da beni geliştiriyor diye düşünüyorum. Yeni çevrelerle tanışmış olmak da çok keyifli. Her defasında başka bir proje ve bir sürü yeni insan. Çok değerli insanlar var içlerinde. İşte Müjdat Gezen, Ayla Algan, İlhan Şeşen... Sinan Çetin’le çalışmış olmak, ondan önce Türkan Şoray’la, Şener Şen’le üç yıl boyunca beraber olmuş olmak ya da işte Ozan Güven, Nurgül Yeşilçay… Yeni camiaya girince insan yeni heyecanlarla yeni projelere adımlar atabiliyor. O yüzden istemiyor değilim aslında. Devamının gelmesini arzu ederim. Ama yeter ki düzgün, istediğim ve kaliteli bulduğum projeler içinde yer almış olayım. Birçok sanatçının istediği budur. Öyle projeler gelirse içinde yer almış olmaktan keyif alabilirim. Ama çok fazla senaryo geliyor, boyum kadar senaryo oluyor bir yılda. Okuyorum okuyorum ve kabul etmek istemiyorum.

- Peki ilerde sizi bir sinema projesinde görmek mümkün olabilir mi?

Ne olacağına bağlı. Yani yönetmeninin, yapımcısının, projenin ne olacağına bağlı. Ben hayatını sinemadan ve televizyondan kazanan bir insan değilim. Ancak dediğim gibi, yapabileceğim en yakın iş bana. Danstan sonra yapabileceğim en yakın iş herhalde sinema projesi ve tv dizisi projesidir. Çünkü bu yaştan sonra artık ne muhasebeci olabilirim ne de kasap olabilirim. Yani herhalde o taraf daha yakındır diye düşünüyorum.

- Benimle Dans Eder misin yarışması hepimizin hayranlıkla izlediği bir yarışmaydı, gerek jürinin kalitesi gerekse yarışmacıların.. bu yarışma ile birlikte Türkiye’de dans konusunda bir ilerleme oldu mu sizce?

Ben çok ilerleme olacağını düşünerek o yarışmayı sundum, organize ettim ve hep beraber yola çıktık. Nitekim de belirli bir fişekleme, tetikleme yarattı. Bu daha sonra Buzda Dans yarışmasına döndü. Tekrar bir çalışma olacak dans yarışmasıyla ilgili. Ve gözlemliyorum ki aslında şunu görmüş olduk, Türkiye’de çok fazla insan, çok fazla genç kendilerini eğitmek için uğraşmışlar. Onlara sahip çıkılmış oldu. Yarışmadan sonra o çocuklara ne oldu dendiği zaman, hepsi bizim çatımız altında sürekli çalışıyorlar ve hayatlarını bundan kazanabiliyorlar artık. Bir sektörümüz yoktu ve bir sektör oluşmuş oldu bence. Dansın bir meslek olabileceğini de gösterdi insanlara. Bunu seçmek isteyen insanlara “dansta bir meslek olabilirmiş evet, ben bundan hayatımı kazanabilirim” dedirtti. Bunlar çok önemli şeyler, yani bir tv yarışmasıyla bunları sağlamış olmak, yüzlerce konferanstan çok daha etkili olabiliyor bazen.

- İstediğiniz şeyi elde ettiniz o zaman..

Tabi dans yarışmasını bugün tekrar yapar mıydın diye sorsanız, yapardım tabi.

- Aynı kadro ile mi?

Tabi, aynen, hiçbir şeyi değiştirmeden yapardım.

- Boş zamanlarınızda neler yaparsınız?

Aslında boş zamanınız oluyor mu diye sorayım ilk başta.. Öyle bir zamanım olmadı bugüne kadar benim. Yani geçen sene 23 Nisan da 1 gün tatil yapmıştım, o kadar. Onun dışında yazın bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama bu yaz hiç yapamadım. Sürekli yeni bir şey için çalıştık ama elbette ki ben deniz insanı olduğumu düşünüyorum ve dalıyorum sürekli. Teknemle açılıyorum, uzaklaşıyorum, suyun dibine iniyorum, tüplerimi takıyorum arkadaşlarla beraber. Müthiş bir şey bu, ben de su altı tutkunuyum. Bunu yapıyorum.

- Ülkemizde engellilerin yaşam koşulları hakkında bir fikriniz var mı? Onlara sunulan hizmetleri yeterli buluyor musunuz?

Hayır, ben sadece kabataslak belediyelerin bu konuda ne kadar anlayışsız olduklarını gördüğüm için söylüyorum. Yani sokakta normal bir insanın yürüyebilmesi çok zor. Engelli arkadaşlarımızın en büyük özgürlüğüdür bence sokakta dolaşabilmek. Oradan yola çıkınca aslında çok fazla şey yapıldığını düşünmüyorum. Elbette ki müteşebbisler, küçük küçük çalışmalar yapıyorlardır ama bunların da tam radikal çalışmalar olduğunu da hissetmiyorum. Sembolik çalışmalardır mutlaka. Öyle bir devlet bürokrasisinin olduğunu da görmüyorum, hissetmiyorum. Yani ben eğer engelli olmuş olsaydım zaten çok zorlanırdım bu ülkede yaşarken. Çünkü yurt dışında da yaşayan bir insan olduğum için aradaki farklılıkları gözlemleyebiliyorum. Çok daha rahat hareket edebiliyorlar. Bir kaldırımdan yola inebiliyorlar, karşıdan karşıya geçebiliyorlar. Yani her şey engelliler için düşünülmüş. Olmadığı sürece engelliler için hiçbir şey düşünülmüş değildir.

- Peki neler yapılmalı sizce?

Bir kere bu tamamen bir organizasyon meselesi. Aynı zamanda da bir ekonomi meselesi. Biz o kadar zengin bir ülke değiliz henüz. Ne kadar zengin bir ülke değiliz? her şeyi organize edebilecek kadar değiliz. Ama bence en önemli meselelerden bir tanesi sadece engelli arkadaşlarımızın değil ama yaşlı, yaşını almış, zor yürüyen insanlarımızı da düşünmek gerekiyor. Şehirleri çok daha kolay hale getirebilmek de yarar var. Otobüslere her engelli arkadaşımız kolay kolay binemiyor, zaten normal halimizle bile, yürüyebilen insanlar olarak zorlanıyoruz. Sonra spor yapan engelli arkadaşlarımız da var. ben onlara da çok saygı duyuyorum. Dans eden engelli arkadaşlarımız var. O arkadaşlarıma çok saygı duyuyorum ben, bunlar hayata tutunabilmenin yollarıdır her zaman. Ama herkes bu kadar istekli, bu kadar arzulu, hayata tutkusu da olmayabilir. O yüzden herkesin hayatını kolaylaştırabilmek için birazcık, bu bir devlet işidir, yani herkes kendi önünü yapamaz halledemez, ama belediyecinin o tarafa doğru gitmesi, bence modern düşüncenin, modern yaşam biçiminin bir kanıtıdır. Düşünün ki caddelerimiz engelliler için kurulmuş, istedikleri zaman otobüse binebiliyorlar, istedikleri zaman istedikleri yere gidebiliyorlar ve engeli olmayan insanlara gibi çok rahat yaşıyorlar bir ülkede. Avrupa Birliği’ne mutlaka girerdik.

- Tesyev aracılığıyla engelli bireylerimize iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Ben çoğu zaman onları düşünüyorum. Çünkü şükretmemin bir yoludur, sahip olduğum şanslar. Ben sadece duyabilen, koşabilen bir insan değilim. Ben aynı zamanda uçan bir insanım da. Yani sahnede uçabilen bir insanım da. Bu büyük bir şans bence. Şükretmemin sebepleridir engelli arkadaşlarım. Ancak şöyle bir şey var. Aynı duyguları yaşayan engelli arkadaşlarımız da var bizimle beraber, o sduygulara sahip olan, kendini sosyal çalışmalara atan. Benimde bir gün bir sakatlık yüzünden engelli olabilmem söz konusu olabilirdi. Ameliyatlar geçirdim çeşitli, yaptığım meslekten dolayı defalarca diz ameliyatı geçirdim. Yürüyemeyeceğim söylendi. Ama ben azmettim ve hala daha dans edebiliyorum. Yapılabilecek en iyi şey herhalde bunu kabullenmek ve bu şekilde yaşamak için azmetmektir, uğraşmaktır, arkadaşlıkları ona göre seçmektir. Bunu kabul etmeyen arkadaşlıkları revize edip micro çevremizi oluşturmaktır. Sadece ve sadece saygı duyan insanlarla bir arada olmaktır. Ama hep ne olursa olsun sosyal olmaya çalışmaktır. İnsanların içine karışmaktır. Engelleri aşmaya çalışmaktır.

Röportaj: Arzu Cantürk

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...