TOGAY BAYATLI

Bu ayki konuğumuz Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Togay Bayatlı. Türk spor teşkilatının ve spor gazeteciliğinin yurt dışında en çok tanınan isimlerinin başında geliyor. 1938 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okudu. 1961 yılında Milliyet Gazetesi’nde spor yazarı olarak gazeteciliğe başladı. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı. Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) ve Dünya Spor Yazarları Birliği Başkanlığı (AIPS) yaptı. İngilizce, Almanca, İtalyanca biliyor. Evli, iki çocuk babası.

-Bize biraz kendinizden söz eder misiniz? Kimdir Togay Bayatlı?

Togay BAYATLI, hayatı boyunca spor yapmış bir spor tutkunudur. Tarsus Amerikan Koleji’nde Orta üçteyken futbol takımının kaptanı oldum, benden çok büyük ağabeyler olmasına rağmen. Güreş, futbol, basketbol, boks ve hemen hemen bir çok sporu yaptım. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken spora devam ettim. İstanbulspor’da ve Yeşildirek’te futbol oynadım. Daha sonra sakatlık geçirerek aktif sporu bırakıp spor gazeteciliğine başladım. Devamlı sporun içindeydim. Spora ve spor gazeteciliğine ilginiz nasıl başladı? - Tarsus Amerikan Koleji mektep olarak sporu irdeleyen ve seven bir kurumdu.Kampüs içinde her sporu yapmak mümkündü. Çünkü her spora ait spor tesisi vardı. Böyle olunca okulda boş zamanlarda spor yaptım, spora böyle başladım. Spor gazeteciliğine ilgim, sporu sevmekten dolayı ve sakatlama neticesince bir süre yapamamamdan dolayı başladı. Onu da çok sevdiğim dinamik bir çalışmaydı. Hem üniversitede okudum,hem de spor gazeteciliği yaptım. Bu işten de para kazandım.

-Bugüne kadar hangi uluslararası kuruluşlarda görev yaptınız?

Uluslararası Spor Yazarları Yönetim Kurulu Üyeliği, asbaşkanlığı, 1. Başkan Yardımcılığı ve üç dönem ( 12 yıl ) başkanlık yaptım. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin Basın Komitesi üyeliği (halen sürüyor), Uluslararası Voleybol Federasyonu’nun ve FİFA’nın basın komisyonunda 12 yıl görev yaptım. Akdeniz Oyunları Yönetim Kurulu üyeliği yaptım, daha önce de basın komisyonun başkanıydım. Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği’nin Yönetim Kurulu üyeliğini üç dönem olarak yapıyorum. Sekiz yıl oldu, seçilirsem devam edeceğim.

-Uzun bir dönem Uluslararası Spor Yazarları Derneği (AIPS) başkanlığı yaptınız. Böyle bir seçimi kazanmak kolay olmamıştır. Nasıl başardınız? O günleri anlatır mısınız?

Kolay bir işe değildi, kademe kademe geldim. Brezilya’da Sao Paulo’da yapılan kongrede ilk kez yönetim kuruluna seçildim. Hatta o kadar çok sevgi vardı ki çevremde, ben kazanınca Kıbrıs Rum Kesimi’nden gelen spor yazarları dışarı koşarak hanıma kazandık! Kazandık! Diye bağırdı. İlişki meselesi, ilişkilerimi herkesle sıcak tuttum, herkesle diyalog kurdum. Diyalog kurunca onlar sizi anladı, siz onları anladınız. Ondan sonra devamlı çalıştım, hiçbir toplantıyı aksatmadım. Kurumun yükselmesi için elimden geleni yaptım. O dönem içinde yavaş yavaş yükselerek ve herkesin güvenini kazanarak, çünkü kolay değil böyle bir dünya organizasyonunun başına geçmek ama kaldım. Üç dönem başkanlık yaptım. Bana son dönemimde rakip bile çıkmadı. Girseydim yine rakip olmayacaktı ama Olimpiyat Komitesi Başkanı olduktan sonra her iki görevi de götürmek zor geldi. Onun için ayrıldım.

-Sporumuzun uluslararası alanda temsil gücünün zayıf olduğu fikrine katılıyor musunuz? Öyleyse bu handikapı aşabilmek için neler yapmak lazım? Nasıl bir strateji izlenmeli?

Evet, mutlaka bir temsil kısırlığı var. Uluslararası alanda görev yapacak kişilerin lisan bilmesi lazım. Sporun üst düzeye getirilmesi için en önceki adam federasyon başkanıdır. Federasyon başkanı lisan bilmeze hiçbir yere giremez. Hâlbuki bunu zorunlu hale getirmiştik iki sene öncrsine kadar, sonra bunu kaldırdılar. İnsanlar sporun başında olan kişilerin sorumluk ve yetkilerini tam anlamıyla bilmiyorlar. Son F1 yarışında Tahincioğlu’na yapılan hareket çok yanlıştı. Çünkü o kuralları uyguluyor, kurallar neyse onun yapılması gerektiğini söylüyor. Ona bile hakaret edici sözler söyleyen insanlar çıkıyor.Sporu anlamıyor toplum. Özellikle siyasetçiler ve bir takım yerlere gelmiş insanlar sporu çok hafife alıyor ve onun içinde kendilerinin her şey yapabileceğini zannediyorlar. Ayrıca, sporu yönetenler, federasyon başkanı olmanın çok önemli bir olay olduğunu, ileriye dönük çalışmalar yapılması gerektiğini anlamıyorlar. Bugün sporu yöneten insanların %80- 90’ı lisan bilmiyor. Bu bir facia, böyle şey olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde bu olmaz ama bizim ülkemizde var. “Çok mu şart lisan bilmek” diyorlar. Evet , çok şart lisan bilmek. Bilmemek değil, öğrenmemek kabahat. Nasıl bir strateji izlenmeli? Bence, doğru yola doğru gidiliyor. Eskiden buda yoktu, Devlet sporu yönetiyordu. % 50 devletin elinden çıktı. Federasyonlar özerk haline gelmeye başladı. Ama % 50 demokrasinin kılıcı gibi kafanızda o kurumun baskısı var. Yapılacak olan şey, doğrudan tarafsız ve bağımsız bir kurum kurmaktır. Bunun içinde çalışmalar olduğunu biliyorum. Bu çalışmalarda da yanlışlıklar var. O kurumu kuruyorsunuz, kurumun adamlarını da bürokratlardan seçiyorsunuz. Olmaz. Kurumun başına da, Bürokrat getirdiğin zaman bu bir aldatmaca. Bence sporu yönetecek kurum, sporun içinden çıkmalı. Yani spor Federasyonları toplanmalı, oy kullanarak kendilerini yöneteceklerini seçmeli. Bu dünyanın bir çok ülkesinde olimpiyat komitelerinin görevi olarak devam edilir ama, bu konuda da ısrar etmiyoruz. Bu seferde diyecekler ki, oraları da yönetmek istiyorlar. Ama kurulacak olan spor kurumunun kendi kendini yönetmesi şartlarının getirilmesi lazım. Bunun içinde Federasyonlardan kişiler bulunmalıdır.

-TMOK’ UN Türk sporunda etkisi, rolü ve misyonu nedir?

TMOK bana göre, ( kimseye de haksızlık etmek istemiyorum) uzun süre sessiz ve suskun kalmış bir kurumdur. Hiçbir olaya girmez, zamanında iki odalı bir yerde kalmış, kendini tanıtmamış, tanıtma ihtiyacı da duymamıştır. Devletin yürüyen spor teşkilatının içinde, onlara zaman zaman yardımcı olmuş ve tavsiyelerde bulunmuştur. Ama hiçbir zaman aktif rol oynamamıştır. Bunun başlangıcı rahmetli Sinan Erdem zamanında olmuştur. Ben genel sekreterdim, Sinan Ağabey başkandı, O, ‘’Bu olayı daha aktif hale getirelim’’ dedi. Bunun içinde önce olimpiyatlara talip olalım dedik. Olimpiyatlara talip olunca millet uyanmaya başladı. İstanbul Olimpiyat Hazırlık Düzenleme Kurulu kurumunu kurduk. O kurumun aldığı gelirlerle bir takım işler yaptık. Bu Olimpiyat Komitesi’nin binası da anı şekilde yapıldı. Yavaş yavaş olimpizmin gerekleri nelerse onları yerine getirmek ve tanıtmaya başladık. Çeşitli faaliyetlerde bulunuyoruz. Türkiye’de Milli Olimpiyat Komitesi’nin bulunduğunu herkes anladı. Özellikle hem devletin yönettiği spor teşkilatı, hem federasyonlar, hem de kamuoyu gerçekten saygın bir Olimpiyat Komitesi’nin olduğunu anladı.

-Ne kadar üyeniz var? Bu sayı yeterli midir? Biraz gelenekçi ve dışa kapalı bir çatıda olduğu söylenir? Yönetimi, kurulları pek değişmez yıllardır? Gençlerin biraz önünün açılması, onların dinamizminden, çağdaş fikir ve uygulamalarından faydalanılması doğru olmaz mı?

Bizim üye adedimiz 650 civarında. Aslında olimpiyat komitelerinde bu kadar fazla üye olmaz. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin tüzüğünde üye almanın üç şekli vardır:1. İki dönem evveline kadar olimpiyatlara katılmış olan sporculardan alabilirsiniz. ( Müracaat ederlerse.)2. Federasyonların kendileri üyedir. Biz federasyon başkanlarını üye yapmışız, bu değil! Uluslararası Milli Federasyonları üye olarak alacaksınız.3. Spora çok büyük yardım ve katkıları olmuş kişileri alacaksınız. Çok olmamak kaydıyla, senede bir iki kişiyi alacaksınız. Esası bu! Bizde 650 üyenin ¾’ü arayıp sormuyor bile, sadece üyelik titrini kullanmaktan ileri gitmiyorlar.Ülke Olimpiyat Komiteleri tamamen Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin prensip ve kurallar çerçevesine göre uygulama yaparlar. Olimpiyat Komiteleri tek başlarına birer dernek değil, tabiî ki kendi ülke sporlarının gelişmesi için çalışırlar. Ben kapalı bir çatıda olduğu görüşüne katılmıyorum. Belki eskiden bu böyleydi ama burası çok açıldı. Birçok proje şu anda yürürlükte ve başarıyla devam ediyor.

-Sinan Erdem’in vefatından sonra Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı’na seçildiniz ve halen bu görevinizi sürdürmektesiniz? Neler yaptınız şimdiye kadar? Bundan sonrası için ne gibi projeleriniz var?

Burada en önemli faaliyetlerden biri, ücretsiz spor okulları yapıyoruz. Anadolu’da Diyarbakır dahil olmak üzere 22 tane ücretsiz spor okulumuz var. Deprem bölgesinde açtık. Cumartesi ve pazar günleri spor imkanı olmayan çocuklara malzeme veriyoruz, hoca buluyoruz, salon buluyoruz ve onlara orada spor yaptırıyoruz. Çalışmak isteyen insanlar varsa gelsinler, onlara görev verelim. Ama zorla getirdiğimiz zamanda 15 gün çalışıp, 15 gün sonra kaçıyor.Spor eğitimi yani ilk öğretim 4 ve 5’deki çocuklara aktif spor öğretim programı yapıyoruz. Onlara, sporun ne olduğunu, hangi spor dallarının olduğunu, spor dallarına göre sporcunun nasıl yetişmesi gerektiğini, neler yapması gerektiğini ve spor seyircisinin küfür etmeden maç izlemesi gerektiğini anlatıyoruz. Şu ana kadar 20 bin öğrenciye eğitim verdik. Sponsor yardımlarıyla bu eğitimi sürdürüyoruz.Herkesin katıldığı, 17 yıldır devam eden boğaz yüzme yarışı var. Yıllardır yapılmamış ve dünyanın en büyük antik stadı olan Afrodisyas’da, dünyanın dört bir tarafından Olimpiyat Komiteleri’nin seçtiği gençlerle birlikte ‘’Spor ve kültürü’’ birleştirdik.‘’Spor Kültürü ve Eğitimi‘’ kitabını hazırladık ve Milli Eğitim Bakanlığ’ına yolladık. Sayın Bakanım bunu bastıracağına söz verdi. Hala olmadı. İstediğimiz, spor eğitimini ders kitabı olarak sokmak.Olimpiyat Komiteleri’nin daha aktif görev yapması… Tabii buna pat diye gidemezsiniz! Bu politik bir olay… Bunu da yavaş yavaş yapmaya başladık…Olimpiyat Stadı’nı canlandırmak. Bu arada da olimpiyatları kazanabilmek. O tabii bizim elimizde değil, oy verecekler ama orda en önemli olay, bizim çok kaliteli ve çağdaş bir sunumla oraya gitmemiz. Bunun için de, ihale sisteminden kurtulunması lazım. İstanbul Olimpiyat Hazırlık Düzenleme Kurulu bir KİT gibidir. Yani siz bir kuruluşa “Gelin” diyeceksiniz, “Benim tanıtımımı yap” diyeceksiniz ve ihaleye sokacaksınız, en düşük ihale fiyatını veren alır. Bu olmaz… Bundan nasıl kurtuluruz, bütün çabam bunu nasıl modern bir seçenek haline getiririz? İstanbul Olimpiyat Düzenleme Kurulu, Olimpiyat Komitesi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü arasındaki bir takım ilişkilerle bazı sorunları çözüyoruz. Siz bize parayı verin, ihaleye tabi değil, biz sizin yerinize yapalım, size de hizmeti yaptığımızı gösterelim. Bürokrasiyi kesici bu tip olaylar yapalım diyoruz. Bunun dışında daha aktif, daha çalışabilen bir yönetim kurulu meydana getirelim dedik ve benim yaptığım olaylardan biri, her yönetim kurulu üyesi bizim yaptığımız faaliyetlerden birinin koordinatörü olacak. Her yönetim kurulunda ne gibi faaliyetler varsa komisyona rapor ediliyor. İlk kez genel sekreter bir rapor veriyor, aylık ne gibi çalışmalar yapılıyor. Başkan kendi düşüncelerini rapor veriyor.Bir başka üzerimize düşen görev; 2008 Olimpiyat Komitesi’nin 100. yılında çok büyük çalışmalar yapmak istiyoruz. Bunlardan biri Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği’nin genel kurulunu buraya getirmek. Genel kurulu getirince, zaten Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı da geliyor. Bazı ayrılmış üyeleri de geliyor. 2008 Mayıs ayında o kongreyi yapacağız tahmin ediyorum. 2008 Ekim sonunda da Avrupa Olimpiyat Komiteleri Genel Kurulu’nu burada yapacağız.Olimpiyat Komitesi’nin doğru tanıtılması da önemli . Gazeteci olmanın avantajıyla zaman zaman yapılan yanlışlıkları anlatabiliyorum. Federasyonlarımızın diğer spor kurumlarının haklarını müdafaa etmek gibi kendi kişisel görevim var. Bir takım çalışmaları daha bilimsel ve iyi bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Genç arkadaşlarımıza birçok yerde temsil etme ve öğrenmeleri açısından fırsatlar veriyoruz. Uzun yıllardır İstanbul’da bir olimpiyat isteği var ülkemizin. Bunu henüz gerçekleştiremedik ve yakın gelecekte de pek gerçekleşeceğe benzemiyor.

-Nedir Türkiye’nin eksiği ya da neleri yanlış yaptık bugüne kadar?

Bizim çok iyi bir ekip kurmamız lazım. Bu güne kadar hep iki adam üzerinde döndü işler; rahmetli Sinan Bey ve benim! Bu yanlış. Burada bir ekip olacak ve bu ekip zaman zaman dünyanın her yerine gidebilecek olanaklara sahip olacak. Eskiden lisan bilmeyen adamlar bile bizimle gezmeye geliyorlardı. Bunlar yanlış, bizim çok profesyonel bir ekip kurmamız lazım. Tanıtım ajansıyla bağımız olması lazım. Bütün bunları yapmak para! Olimpiyat Stadı’nı yapınca üstümüze büyük bir yük bindi. Her yıl 10 milyon $ civarında bir parayı biz ödüyoruz, hâlbuki biz ödemeyecektik. Her yıl hazineye ödüyoruz, hazineden krediyle bu işi yaptık. Dış kredi aldık, dış krediyi hazine garantiledi. Biz de bu parayı hazineye ödüyoruz. Bazı gelir kaynakları kesildi, uzun süre belediye başkanlarından hiç bir para alamadık. Ama şimdi yavaş yavaş paralar gelmeye başladı. Bu paralar tesis ve salon yapımında kullanıyor. Örneğin, Olimpiyat Stadı’nın yapılmasında kullanıyoruz. Doğru dürüst bir çalışma gerekir. Lisan bilen, dış ilişkileri iyi olan ve insanları çok iyi tanıyabilen bir ekibe ihtiyacımız var. Onları sık sık bizim çeşitli kurul toplantılarına göndermek gerekir.

-Siz bir gün İstanbul’un olimpiyatları alabileceğine inanıyor musunuz? En erken ve en geç hangi yıllarda gerçekleşebilir bu düş? Ve asıl önemlisi nasıl gerçekleştirilebilir?

Alabilir, alacaktır da… Şu anda G7 dediğimiz zengin ülkeler talip. Onların olanakları çok fazla. Bu olanakları kullanarak her zaman bunu alabiliyorlar. Uluslararası camiada etkinlikleri var, bizim gibi yıllarca kapalı kalmış bir kurum değiller. Biz çok uzun süre kapalı kalmışız. Ancak rhmetli Sinan ERDEM döneminde açılmaya başlamışız. Eğer bunları yapabilirsek, eğer çağdaş bir şekilde çalışmaya devam edebilirsek ve de hükümetin bilmesi lazım ki, şu anda IMF’in kontrolü altından bir ülkesiniz. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin dğerlendirme yapan komisyonlarında hepsi bunu biliyorlar. Böyle bir ülkenin bu işe talip olabilmesi için, bu işi yapabilecek potansiyeli olması lazım. En azından 12-14 milyar arasından bizim devletimizin finansal katkısı olması lazım. Bırakın oimpiyatları yapmak, 1-2 milyon $’dır. Onun da alıyorsunuz zaten parasını, ama 12 – 14 mlyar bu kentin iyileşmesi için harcanacak para var. Bu parayı devlet verecek mi? Kimse bunu bu güne kadar zahmet edip söylemedi. Rahmetli Sinan Ağabey de ‘’Bırak o sonradan gelsin” dedi. Ben’’ Hayır, şimdiden söyleyeceksiniz ki, adam aldıktan sonra -Ya ben bu parayı ödemem- derse, yapamamak da var” diye direttim. Herkes işin içine girecek ve ciddi bir şekilde yapmak isteyecek. Olimpiyatları yapan ülke hem tanıtım açısından, hem gelir getirme açısından, hem ürettiği malların kalitesi açısından çok büyük gelişme göstermiştir. Bunları anlatmaya çalışıyoruz. Örneğin, Kore olimpiyat yapmadan evvel, kendi mallarının tanıtımı % 7 ve 8’dir. Olimpiyattan sonra % 40’a kadar çıktı. Bakın büyük şirketlerine; Samsung, Hyundai, bunlar nasıl geldiler buralara? Olimpiyatlarda tanıtımdan kazandılar. Herkesin böyle yapması lazım. Tek tek dolaşıp herkese anlatamıyorsunuz. Kendilerinin bunları düşünmesi lazım. Rahmetli Erdem döneminde İstanbul Olimpiyatı için inşasına başlanmış tesislerin atıl durumda olduğu gözüküyor.

 -Sizin, federasyonların, devletin üst düzey spor yöneticilerinin bir araya gelip bu duruma bir çare üretmesi gerekmiyor mu?

Atıl durumda olan tesis şu anda pek yok. Şöyle söyleyeyim, yapılmakta olan bir tane var, o da bizim yaptırdığımız tesis değil. Olimpiyat Stadı şu anda çalışmaya başlıyor. İstanbul Belediyesi’nin takımı bütün maçlarını orda oynuyor. Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nin belki diğer maçlarını oynayacak. Bazı diğer takımların da teklifleri var. O stat çalışıyor. O stadın yapılması gerekliydi, çünkü o statla biz ciddi şekilde ülke olarak olimpiyatlara talip olduğumuzu göstermek istedik. Orada yapmış olduğumuz şampiyonlar ligindeki büyük propaganda oldu herkes onu konuşuyor.

-Bir de yine rahmetli Sinan Erdem’in ismini taşıyan spor salonu yıllardır bitirilemedi, Akıbeti nedir?

Sinan Erdem Spor Salonu bizim bilgimiz altında yapılmadı. Emrivaki gibi geldi, sonunda da bizim elimize kaldı ve dolayısıyla İstanbul Olimpiyat Hazırlık Düzenleme Kurulu bu salonu finanse etmeye başladı. Dolayısıyla, dışı bitti, içeride en az 20 – 25 milyon $’lık bir iş var. Biz İstanbul Olimpiyat Hazırlık Düzenleme Kurulu olarak belediyeyle konuştuk, bu kurumun alacaklarına mahsuben ‘’Bunu yapar mısın‘’ dedik. Belediye Başkanı da ‘’Yaparım‘’ dedi. Fakat içindeki müteahhit, ‘’Bu benim işim, Ben bunu yaparım diyerek’’ diyerek çıkmadı. Kanuni hakkını kullanınca, onun bir zaman süresi var, bu günlerde bitmiş olmasını sanıyorum. O zaman belediye gelerek yapacak. Buz pisti projesi var, İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı kentin bir çok yerinde spor okullarında spor salonu ve havuzları yapılıyor. Zannediyorum 3 – 4 sene sonra bunların çok büyük etkisini göreceğiz. Bir salon var, belediye tarafından bitirildi, uluslararası güreş şampiyonlarında kullanıldı. Statta maç oynanmadı ama çok faaliyet yapıldı. Reklamlarda çıktı, bankaların ana kuruluş günleri yapıldı, kendi kendini finanse edecek durumda işledi bu güne kadar. Sinan Erdem Salonu da, bir yıla kadar faaliyete geçecek, faaliyete de geçirmeye mecburuz, çünkü 2008-2009 gibi Dünya Atletizm Şampiyonası için başvuruda bulunduk, 2010’da da Dünya Basketbol Şampiyonası var. Biran önce yapılması lazım, toplantılarda falan söylüyorum zaten.

-Türkiye’de futbola önem verilip amatör sporlar bu denli göz ardı edilirse, o ülkenin olimpiyat adaylığından söz edilebilir mi? Sebebi nedir?

 Sebebi diğer sporlarda büyük organizasyonlar almamışız, futbol sanki bizim milli sporumuz haline gelmiş, oysaki bizim güreşimiz var. Demek ki, önce biz bir takım işler yapacağız ki; basının, medyanın ve insanların merakını değiştirelim. Basketbolda Dünya Şampiyonası’nda herkes onlarla beraberdi. TMOK Başkanı olduğunuz günden, hatta TMOK yönetiminde yer aldığınız daha öncesinden beri engelliler sporuna yakın ilgi gösterdiğinizi, elinizden geldiğince destek verdiğinizi biliyoruz.

 -Engelliler için yapılanları yeterli buluyor musunuz genel anlamda?

Genel anlamda, engelliler için yapılan yeterli değil. Maalesef, hem devletimiz, hem kurumlarımızın, engellilerin de spor hakkının olduğunu, engellinin de spor yapabileceğine, hatta o sporları seyretmenin de çok keyifli olacağına dair bilgileri yok. Bu konuda videolarla, filmlerle devlet erkanını uyandırmak lazım. İnanıyorum ki, orduda bu var, ordunun içinde bu tip uygulamalar var. Orduyla bir takım çalışmalar yapmak lazım. Bunun dışında, kamuoyunu uyarmak. Vakıf Başkanınız Yavuz Kocaömer de yazıyor. Tabi yalnız o yeterli değil, bir çok kişinin bu işi yapması lazım. Bunun bir insani görev olduğunu hepimiz bilmeliyiz, kamuoyunu da inandırmak lazım. Federasyonun, birliğin bu konuda çalışmalar yapması lazım. Haftada bir toplanarak bu iş olmaz. Çeşitli ülke ve kentlere gideceksiniz, oralarda konuşmalar yapacaksınız. Bence bunları yapmamız gerekir. Bizim de bunları yapmamız lazım. Engelli öğrenciler de götürülebilir. Normal olimpiyatın hemen sonrasında bir de engelliler olimpiyatı düzenlenmesi IOC’nin önemli ve vazgeçilmez kuralları arasında yer alıyor.

-Plan, proje ve tesis açısından bu konuda yeterli olduğumuzu söyleyebilir misiniz?

Hayır, kesinlikle yeterli değiliz. Bu konuda bir defa kentsel olarak yeterli değiliz. Kültürel eksikliğimiz var. Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak bu olayın gündeme getirilmesi gerekiyor. 8 milyon kişi var evlerinden çıkartılmamış, utanılmış. Kimilerinin zaten sesini çıkartacak güçleri yok, fakir insanlar. Bunun devletin insani projelerinden biri olması lazım. Belki Avrupa Birliği’ne girersek, belirli standartları yakalayabiliriz diye düşünüyorum.

-Dünya ülkelerinin neredeyse tamamında spor özerk yapılara sahip. Türkiye neden özerkleşemiyor? Bu konuda Türkiye’ye uygun yeni bir yapılanma modeli taslağı var mı elinizde ya da buna benzer çalışmanız oldu mu?

Türkiye’de ben, siz, federasyon, genel müdürlük ne kadar özerkleşmek istesek de hukuken yapımız müsait değil. Devletin spordan elini çekmesi lazım, devletin sporu desteklemesi lazım, yönetmemesi lazım ama Danıştay diyor ki , ‘’Devlet sporu yönetir.’’ Kafa yapıları bunun üzerine kurulmuş. Devlet sporu yönetemez, yönetirse de hiçbir federasyon kalmaz. Hiçbir uluslararası federasyon Türkiye’deki federasyonu üye olarak kabul etmez. Bütün federasyonlar bağımsız şekilde çalışmalı. Bu yapılanmayı hiç kimse bilmiyor. Bunların anlatılması lazım. Bunu da yine sporun başındakilere oturup anlatacaksınız. Buna hepimizin direnmesi lazım, Olimpiyat Komitesi’nin direnmesi lazım. Ama Türkiye’deki insan yapısını değiştiremiyorsunuz. Her şey bürokratlar için yapılmış. Bürokrat diyor ki ‘’Türkiye’yi ben tanıtırım‘’, hayır sen tanıtamasın ‘’Biz tanıtırız, hepimiz tanıtırız.’’ Özerkliği tam anlamıyla yerleştiremezsiniz.

-Nasıl yönetilmeli Türk sporu sizce?

Bir defa, federasyonlar bağımsız olacak. Devletin hiçbir yöneticisi sporun içinde olmayacak. “Devlet sporu destekler” diyor anayasa; dışardan destekleyecek. Hesabını isteyeceksin paranın. Önce federasyonlar seçimle gelecek, federasyonlar kendi aralarında kendi yöneticilerini seçecek. Devletin finanse ettiği spor tesisleri için kurum kur, ona bir şey demem. Ama sporu devlet yönetmemeli. Spor konseyi kurulmalı. Tam anlamıyla bağımsız olmalı. Bu kurumun başına bürokrat olmaz.

-Elinizde imkân olsa Türk sporu için en önemli bulduğunuz hangi üç şeyi ivedilikle hayata geçirirdiniz? Niçin?

Birincisi, spor federasyonlarının ve üstüne gelecek kurumların bağımsız olmalarını ve kendi kendilerini yönetmelerini sağlamak. İkincisi, bunu ciddi olarak söylüyorum, engellilerin bu ülke içinde hakları olduğunu ve onları spor imkanı sağlayacak düzenlemeleri yapmak. Benim engelli kimsem yok ama olmaması demek, uğraşmamam demek değildir. Üçüncüsü de; sporun ayrı bir bakanlık olarak kurulması. Spor organı olacak ve spor bakanlığı sporu yürütecek. 70 milyon nüfusu olan bir ülkenin spor bakanlığı olmalı.

- TESYEV’i yeterince tanıyor musunuz? Vakfı çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? TESYEV’in Türkiye’de engelliler sporuyla ilgili üstlendiği misyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

TESYEV’i Yavuz Kocaömer vasıtasıyla tanıyorum. Destekliyoruz. Bizden istenen bir şey varsa yapıyoruz. TESYEV’in yapmış olduğu girişimleri çok beğeniyorum. TESYEV öyle bir kurum ki, çok büyük bir tanıtım olması lazım… Bu tür kurumlara, şirketlere fon ayrılması lazım. Spor Bakanlığım olsa bu fon ayrılır. Kocaömer gibi bir insanları bulunca, onlara maddi katkı sağlanacak ki, çok daha iyi işler başarabilsinler.

Röportaj : Hatice CELEP

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...