Tolga Üstün

Bu ay konuğumuz ‘Şansa Dansa’ adlı yarışma programıyla kendinden söz ettiren Tolga Üstün Şu sıralar M.Ali Erbil’in sunduğu Şansa Dansa adlı programla ekranlarda görmekte olduğumuz Tolga Üstün herkesin dikkatini çekiyor. Tekerlekli sandalye bağımlısı Üstün, programın editörü ve canlı yayında ‘hakemlik’ yapıyor.

-Tolga Üstün’ü anlatır mısınız bize?

1972 doğumluyum. 1 yaşına gelmeden geçirdiğim çocuk felcinden sonra hayatıma yürümeden devam ettim. Babam astsubay olduğu için Anadolu’yu dolaştım. İstanbul, Erzurum, Edirne, Ankara... Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesini kazanınca (ilk yıl yalnız yaşadım) ailem de yanıma geldi. Okuduğum dönemde Flash TV de haber spikeri olarak işe başladım. Ama öncesinde yerel radyolarda kazandığım bir deneyim vardı. Hayatımı sürdürebilmek için yaptığım çeşitli işlerle uğraştım televizyonculuğun öncesinde. Karikatür çizdim, sigortacılık yaptım vs. Okulu bitirdikten sonra ise haberciliğe devam ettim. Bir müddet NTV de çalıştım, film seslendirmesi yaptım. En son 2.5 yıl önce büyük krizde ANS’ye program editörü olarak girdim. Ama insanlar yeni gördü sizi... Bu süre içinde ekranlarda göründüm aslında. Haber okuduğum dönemde, editörlüğünü yaptığım diğer programlarda.. Ama Şansa Dansa’da tamamen göründüğüm için insanların dikkatini çektim. Bu da beni rahatsız etmiyor değil zaman zaman. Başkaları tarafından beğenilmek tanınmak tarifi zor bir mutluluk verir insana. Rahatsızlık veriyor gibi görünür ama hoşuna giden birşeydir. Bu benim umrumda değil. İşimi yapıyorum ve para kazanmaya çalışıyorum ekmeğimin peşindeyim yani. Ekranda görünmemeye çalıştığım ya da görünmediğim dönemde de böyleydi. Herkes için geçerli. Bunu yaparken ünlü de olabilirsin, saygı duyulmayan bir insan haline de gelirsin. Yaptığın işle ilgili, ne kadar ödün verdiğinle ilgili. Bu programda hakeme ihtiyaç duyulmamaya başladığı anda benim ekran önündeki görevim de sona erecek. Bugüne kadar tüm bedenimi görmediği için insanlar, kafalarında ses ve görüntü eşleştirmesini yapamıyordu doğal olarak. Ana haber okuduğum halde insanların beni tanıması çok zor.

Eğitiminizi nasıl tamamladınız?

En zor aşama bu olsa gerek yaşamınızda... Bir İletişimci, dışarıda çalışmadıysa mesleki anlamda çok zayıf olarak mezun olur. Çünkü teori hiçbirşeydir bizim meslekte. Ama avantajlı yönü de şu; kimse önemsemez hangi bölüm mezunu olduğunuzu. Radyo TV, Halkla İlişkiler, Gazetecilik farketmez. Sanki 3 bölümü bitirmişsiniz gibi. Ben şuna inanıyorum, engelli bir insanın meslek sahibi larak zoru başardığı doğru değil. Türkiye’de okuyup meslek sahibi olmak zorluk değil zorunluluktur. Ben okumak zorundaydım. Türkiye’de başarılacak zor şey okuyup biryerlere gelmek değil, okumayıp hayatını devam ettirebilmektir. Okumazsan hiç yoksun, kaybolursun zor olan budur. Peki zorlanmadım mı? 2 yıl boyunca okula tekerlekli sandalyemle gittim. Günde 20-25 km yol gitmek 3-4 saatimin heba olması demek. Köy çocukları gibi yaya gidip geldim. Sonra 2000 den fazla arabaya otostop çekerek seyahat ettim bir süre de. En son otobüs kullanmayı başardım. Bu arada maddi olarak, çabalarımın karşılığını almaya başladım. Kendime yetmeye ve özgür hissetmeye başladım. Bence hayat ‘engelli olmak ya da olmamak’ değil, bağlı olmak. Engelliliğini bir şekilde, çaba göstererek ortadan kaldırabiliyorsun. Ama bağlılıklarını bağımlılıklarını kaldırmak önemli. Bunların en önemlisi ise ekonomik bağımlılık. Ben okumasaydım kalifiye bir insan olmaya çalışmasaydım hayatımı devam ettirmem, özgürlüğümü kazanmam mümkün değildi. O nedenle bu benim zorum değildi, zor olan okumamak... Şimdi olduğum yer de hayatımın geri kalanını garantiye alacak bir yer değil sonuçta. Sigortam var, maaşımı alıyorum. Türkiye’de bunlar yarınını garantiye almıyor hiç kimsenin. Eğitim dönemime ilişkin en büyük sorunlardan biri de bina sorunu idi. Benim okulumda tuvalete gitmek için 2 kat merdiven inip sonra 1 kat çıkmak gerekiyordu. 10 dakikalık arada bu işlemi yapmak mümkün olmuyordu tabi..

Engellilerin yapılanmaları hakkında ne düşüyorsunuz?

Ben pekçok engelli grubunun liderleri ile tanıştım. Açıkçası dehşete düştüm. Sürekli bir didişme ve kavga halinde bütün gruplar. Gözlerime, kulaklarıma inanamadım. Bunların biraraya gelip konfederasyon kurmuş olabilmesine de inanamadım. Engellilerin kendilerine yeterince saygı göstermediğine inanıyorum. Örnekleyeyim: Tekerlekli sandalyede olmanın bazı avantajlarını hepimiz kullanıyoruz, sıranın önüne geçmek gibi... ancak bu zaten gösterilmesi gereken toplumsal bir saygı meselesi. Bunun ötesine geçen avantaj kullanmalar bence suistimale girer ve insanın kendisine olan saygısını, başkalarının kendisine olan saygısını yitirmesine neden olur. Ben engellilerin Türkiye’de kendilerine saygı yaratacak davranışlarda bulunduklarını düşünmüyorum. Bütün çabayı gösterirsin, başaramıyor olabilirsin. Herkes ekmek pişirmeyi beceremez mesela. Ben de merdivenleri tek başıma çıkamıyorum. Ama merdiven çıkmayı denemeliyim. Denemeden başaramayacağını kabul eden bir insan saygı uyandırmaz bence. En korktuğum şey de saygı duyulmamak ya da yitirmek... Yükselmektense diğeri neden yukarda ben aşağıdayken deyip, onu da aşağı çekme mantığı Türk insanının genelinde olduğu gibi engellilerde de var. Bu tartışmalar ‘maddi kaynakların paylaşımından mı’ yoksa ‘ben daha çok hizmet vermeliyim’ kaygısından mı, onu bilemiyorum. Bu ortamı gördüğüm zaman çok rahatsız oldum. Üstelik engelli derneklerinin ele avuca gelir birşeyler yaptıklarını da görmedim. Büyük gelirler sağlanan organizasyonlardan sonra bu gelirlerin güzel amaçlar için kullanıldığını da görmedim. Örneğin Özürlüler Federasyonu’nun verdiği parayla okuyorum diyene rastlamadım şimdiye kadar. O yüzden hiçbir engelli oluşumuna girmedim aktif olarak. Engelli bir olarak, bulunduğunuz pozisyon için başkalarından bir destek, itekleme gördününüz mü? Olmadı. Ben böyle bir şey hisstmedim açıkçası. Çünkü kayırılmak filan hissedilecek şeylerdir. Bazı detaylar var tabi. Şu anda bana ulaşım imkanı filan sağlandı ama bu aynı zamanda işyerindeki konumumla da ilgili biraz. TV larda çalıştığım dönemde görüşme sırasıda soruyordum: Buraya gelip gelemeyeceğim konusunda merakınız var mı, diye. ‘İş görüşmesine gelebildiğinize göre işe de gelebilirsiniz’ diyorlardı. Bana araba filan da sağlamıyorlardı. O dönemlerde otobüsle gidip geliyordum. Ama mesleğinizde belli bir yere geldiğiniz takdirde bunnu pazarlık konusu edebilirsiniz. ‘Şu saatlerde çalışmam, şu kadar para isterim’ gibi, örnekleri çoğaltabiliriz. Engelli olmayanlarda da durum aynı. Sonuç olarak birisi engelli olduğu için karikatürist olarak işe alınmaz, karikatür çizdiği için alınır. Radyoda program yaparken, TV de haber okurken engelinizin bir önemi yoktur. O nedenle avantajını görmedim engelli oluşumun.

-Son zamanlarda nasıl tepkiler aldınız insanlardan?

Çok güzel tepkiler aldım. Bir eğlence programının içerisindeyim. Lay lay lom geçen bir program. Ben de bunun bir parçasıyım aslında. Dışardan gelen tepkiler, çok düzgün konuştuğum, ses tonumun çok güzel olduğu konusunda yoğunlaşıyor. Çok gururlanıyorum çünkü engelli oluşumla ilgili olmayan tepkiler çoğunlukta.

-Daha önce Yarınlar Umut Olsun programıyla ekranlarda yer almıştınız. Programın formatı ile ilgili bir seçim miydi bu durum?

Yarınlar Umut Olsun ANS nin bir yapımıydı. Ben o projenin de editörüydüm. Projenin yönetmeni, beni Flash TV de haber spikeri olarak işe alan kişiydi. Benim konuşma tekniğimi, ses tonumu bildiği için, promtersiz düzgün bir okuma gerektiren bu işi benim yapabileceğimi düşündü. Canlı yayın tecrübem de olduğu için sorumluluk gerektiren bu okuma işini (maliye ve emniyete karşı sorumluluk var, kururşu kuruşuna hatasız okunması gerek) bana verdiler. Zaten programın formatı da önceleri yalnızca hasta ve engelli kişilere yardım toplanmasını içermiyordu. Borcu olan birine de yardım toplanabilecekti. Sonradan değişti. Ben de Metin Akpınar ile program yapmanın heyecanıyla kabul ettim kamera önünde olmayı. Masanın arkasında olduğum için o programda (öyle bir çabamız olmamasına rağmen) tamamen görünmedim. Sonuçta o formattaki bir programda bulunmam tamamen tesadüf idi.

-Eklemek istediğiniz birşeyler var mı?

İnsanoğlu yaradılış itibariyle yalnız bir yaratıktır. Tek başına doğar ve tek başına ölür, bedenen. Engelli engelsiz kimse için farklı değildir bu durum. Bireysel yaşam içerisinde sosyalleşmeye çalışır. Kendi istek ve ihtiyaçlarını gidermek için başkalarıla iletişim ve ortaklık kurar. Az önce verdiğim örnek gibi, birileri sizin için ekmek yapar siz ona para verirsiniz, o da o parayla başka bir ihtiyacını karşılar... bu böyle sürüp gider. Bütün dünyadaki insanların yardıma ihtiyacı vardır. Engellilerin biraz daha fazla. Ben merdiven çıkarken başkalarından yardım istiyor olabilirim ama benim yazdığım pekçok şeyi başkalrı yazamaz. Hangisinin daha kalifiye bir iş olduğunu düşündüğünüzde aslında kimin kime ihtiyacı olduğunu da görmüş oluruz. Merdiven çıkmadan bir yaşam düşünülebilir belki ama duygu sahibi hiçbir insan güzel şeyler okumadan yaşamamalı bence... Teşekkür ederim.

- Teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyoruz.

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...