Son günlerde yıldızı parlayan ve ülkemizde ‘en çok okunan kitaplar’ listelerinde iki kitabı birden bulunan bir isimle; ‘Tuna Kiremitçi’ ile beraberiz. ‘Bu işte bir yalnızlık var’ ve ‘Git kendini çok sevdirmeden’ adlı romanları ile dikkatleri üzerinde toplayan genç yazar sorularımızı yanıtladı. Kendisine teşekkür ederek bu sohbeti sizlerle paylaşıyoruz..

TUNA KİREMİTÇİ

Sizi yakından tanımak isteyenler için, kısaca kendinizden bahsederek başlayabilir misiniz?
1973 Eskişehir doğumluyum. Çocukluk hayalim, günün birinde iyi bir gazeteci olmaktı. Babamın daktilosuyla gazete hazırlar, fotokopiyle çoğaltır, sonra da bunları okul arkadaşlarıma zorla satardım. Sayfa boşluklarını da o anda patlattığım dörtlüklerle doldururdum. Zaten hatırlayabildiğim ilk \"edebiyat\" ürünlerim de bunlar.

İlk olarak Kumdan Kaleler adlı müzik grubu ile gündeme geldiniz. Bu günlerden ve sizin üzerinizdeki etkilerinden sözedebilir miyiz?
Pek \"gündeme geldim\" denemez aslında. Kumdan Kaleler sadece meraklılarının bildiği, bir avuç insan tarafından takip edilen bir şehir efsanesi olarak kaldı. Ama o dönemin kişiliğime çok etkisi var. Beni daha dışa dönük, daha neşeli, insanlarla iletişim kurabilen biri haline getirdi. İkinci romanımda da müzisyenlerin dünyasını anlatmaya çalıştım zaten.

Bildiğimiz kadarıyla müziği bıraktınız. Niçin?
Çünkü müziğin bana ihtiyacı kalmadı... O zamanlar benim yapmayı hayal ettiğim bazı müzikler vardı. Ama şimdi o müziklerin en güzelini yapan arkadaşlar var zaten. Şahsen Kardeş Türküler, Laço Tayfa ya da Şebnem Ferah dinlerken yeterince tatmin oluyorum.
Son zamanlarda en çok okunanlar listelerinde sürekli sizin isminize rastlamaktayız. Bu yönünüzle ön plana çıkmanız nasıl gelişti?
Benim asıl alanım eskiden de edebiyattı. Müzik yaparken ya da sinema okuluna giderken de böyleydi. Kendimi her zaman \"edebiyatçı\" olarak gördüm. İlk şiirlerim 1991 yılında Varlık a yayımlandı. Yani 13. edebiyat yılımı kutluyorum şimdilerde. Bu 13 yıl kendimi geliştirmeye çalışarak geçti. Bunun sonucu olabilir belki de.

Çok yönlü bir sanatçı olarak ülkemiz insanlarını sanat ürünleri ile ilgili buluyor musunuz?
Sanatçılar toplumdan ya da koşullardan yakınmayı çok seviyor. Ama iğneyi kendilerine batırmaları da faydalı olabilir bazen.

Yani soruyu tersten de sorabiliriz: Sanatçılarımız ülkemiz insanlarıyla yeterince ilgili mi?
Sanatçı kapılarını dünyaya kapadığı zaman, dünya da ona kapanıyor. Benim naciz gözlemim bu.

Engelliler ile ilgili genel düşünceleriniz neler? Bu kavram sizin için ne ifade ediyor?
Onlar diğer insanların yaptıklarını yapabilmek için fazladan çalışmak zorunda. Hep daha çok mücadele etmeleri, daha çok ter akıtmaları, daha çok yorulmaları lazım. O zaman, toplum hayatını düzenleyen kişi ve kuralların onlara karşı daha duyarlı olması gerekiyor.

Sivil Toplum Kuruluşları ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Sizce ülkemizde yeterince aktif mi bu kurumlar? Neler yapılmalı?
\"Çağdaş insan örgütlü insandır\" sözünü ben çok severim. Ama bizim kuşağımız kollektif bilinçten yoksun yetiştirildi. Yurt bilincimiz, tarih bilincimiz, ulusal bilincimiz fazla gelişkin değil. Eğer sivil toplum kurumları yeterince aktif değilse nedeni bu olabilir.

Eklemek ve aktarmak istediğiniz başka şeyler?
Ben her şeyin iki insan arasında başlayıp bittiğine inanırım. Yani iletişimi çok önemserim. Bu nedenle, değer görüp beni sayfalarınızda misafir ettiğiniz için size çok teşekkür ederim.

TÜM RÖPORTAJLAR:

Yükleniyor...